HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN KÜÇÜK BİR KADINIM 4. bÖLÜM 3

Her yerde kelebek ler uçuyormuş. Balon lar bile varmış. Çiçekler öbek öbek her yerdeymiş. Sanki gökkuşağı tüm semayı kaplamış gibi gök...




Her yerde kelebekler uçuyormuş. Balonlar bile varmış. Çiçekler öbek öbek her yerdeymiş. Sanki
gökkuşağı tüm semayı kaplamış gibi gökyüzü rengarenkmiş. Ve de aydınlık. Ilık rüzgar saçlarının arasından geçiyormuş. Bu duygu çok hoşuna gitmiş. Tüy kadar hafif hissediyormuş kendini. Yavaşça kendine bakmış. Pırıl pırıl dantelli, işlemeli, kırmızı bir elbise varmış üzerinde. Ayaklarında da muhtarın kızının ayakkabılarının aynısından... Gümüş tokalı kırmızı ayakkabı. Anlamış burasının cennet olduğunu.

Başka çocukların kıkırdamalarını duymuş. Yanlız olmadığını o zaman farketmiş. Bir sürü çocuk, tertemiz kıyafetler içinde neşeyle oyunlar oynuyorlarmış. Bir tanesi gökyüzünden aşağı sarkan bir salıncağa binerken, diğeri kanatlı bir melekle gökyüzünde uçuyormuş. Şaşkınlık içinde ama mutluymuş. Derken onu görmüş. Bembeyaz bir elbise varmış üstünde. Başında kakmalı dastarı. Hemen tanımış onu.

Anası sıcacık kollarını açmış onu bekliyormuş. Huriler kadar güzelmiş. Var gücüyle koşmuş ona doğru. Bir an sonra kollarındaymış. Şefkatini iliklerine kadar hissetmiş. Sonra birden bastıkları çiçekler suya dönüşmüş. Annesi yokmuş artık. Suyun içinde çırpınmaya başlamış. Anasını bulmak istiyormuş ama su her yerdeymiş. Sıcacık bir su...

-Allah canını alsın senin. Geberesice. Kaaakk! Kak dedim, işemişin yine her yeri! Sidikli köpek. Kalk geyin!

Sırtına vuran tekmeyle tamamen ayılmış. Her şey o kadar olağanüstü, sıcacık ve mükemmelken... Anlamış rüya olduğunu. Hızlıca toparlanıp çıkmış yataktan. Analığı öfkeyle söylene söylene ocaklığın olduğu sıcak odaya geçmiş.

Zeynep daha çocuk... Sadece 7 yaşında küçük bir kız... Rüyasında hiç tanımadığı, bilmediği anasıyla cennette kavuştuğunu gören bir sabi... “Ölmek isteyom. Ölüp cennette anama kavuşmek istiyom.” Sakince almış bu kararı. Sakince üstündeki sidikli kıyafetleri değişmiş. Sakince çevresine bakınmış. Ve fuel oil şişesini görmüş. Onun zehir olduğunu bilirmiş. Analığını kardeşlerine tembih ederken öğrenmişmiş.

“Sakın bunu ellemen. Zehir var bunun içinde. Ölürsünüz bak!”

Sakince almış şişeyi, tezgahın arkasına saklanmış. Elleri titreye titreye kapağını açmış. Pis koku doldurmuş burun deliklerini. Tiksinmiş. Ama artık dönüş yokmuş. Anası onu cennette beklerken daha fazla bu kadar kahrı çekmesine gerek yokmuş. Tek korkusu fuel oilin tadıymış. Tadının ne kadar iğrenç olduğunu kokusundan anlayabiliyormuş. Vazgeçmekten korkmuş. Kendine daha fazla düşünme fırsatı vermeden, gözlerini sıkıca yumup, ağzına şişeyi dayadığı gibi boca etmiş. İlk yutkunuşla birlikte midesinin kabarıp yükseldiğini hissetmiş. Tadı gerçekten berbatmış. Yine de ikinci yudumu içmek için zorlamış kendini. Tutamamış içinde, öğüre öğüre birazını kusmuş. Ağzının içinde gaz yağı gibi bir tat. Boğazı da yanmaya başlamış. Galiba ölüm böyle bir şeymiş. Aşağı mahalledeki Sultan teyzenin sözleri gelmiş aklına. 

"İnsanın canı boğazından çıkaamış. Bubam ööle derdi."

Sonra bi kez daha içmeye çalışmış. Bir yandan zihnine karma karışık hatıralar hücum etmiş. Abisi, kardeşleri... Babasının ona çadırdan getirdiği boncuk bilezik...

Sonra korku düşmüş içine. “Ölürsem de anama gavuşamazsam ne ederim ben? Emine nene yalan gonuşmamışdır deemi? İnşallah gonuşmamışdır. Eğer yalansa ne etcen? Emme doğruysa o zaman gurtulurun. Hem sabaha gadar rüyamda gördüm. Yalan olsa hiç görüümüyün? Emine nene ölüm rüya gibi dediydi. Demek rüyalaa doğru. Hem Seher abaa da benim rüyalam hep çıkaa deyodu. O zaman korkmecen. Ölüp anamın yanına gitcen.” 

Tezgahın arkasına büzülmüş, artık üşümediğini farketmiş. İçinden yükselen ateş bedeninin tümünü sarmış. Yavaşça tahta zemine koymuş başını. Cenin gibi kıvrılıp yatmış. Ölümünü beklemeye başlamış. Arkasından öksürük nöbeti tutmuş. Nefes almakta zorlanıyormuş. Bedeninin uyuştuğunu farketmiş. Tıpkı buzlu suyun içindeki gibi... Ama bu kez acı yok. Ocaklık odasındaki sesler gittikçe uzaklaşmış, derinleşmiş. Sonrası karanlık...

Kaç gün ne kadar sıkıntı çekti muamma. Ama öldürmeyen Allah öldürmez ya… Günlerce yanmış kavrulmuş, ciğerlerinin acısı mahvetmiş onu. Küçücük bedeni o kadar çok örselenmiş ki… Bi zaman eli ayağı tutmamış. Babası Ülfet bi yerlerden ilaçlar yaptırıp getirmiş. O dönemde üvey anası bile iyi davranmış ona. Ocaklığın yanına yatak serip orada yatırmışlar onu. En çok buna sevinmiş. Üşümüyormuş. Derken zaman içinde biraz biraz toparlanmaya başlamış. Elbette bu durumda her şey yine eskiye dönmüş. Kuru ayazın soğuğunda, buzlu suyun içinde yalın ayak çiğ iplik çiğnemeye devam etmiş. Kardeşlerini arkasına hopturup eylemeye, tezgahta analığına yardım etmeye...

En çok okula giden çocuklara özenirmiş. Çok istemiş okumayı. Ama elbette ona bu şans tanınmamış. Arkasından yetişen kardeşleri okumaya daha layıkmışlar.

Gece oldumu minicik avuçlarını açar, çatlamış dudaklarıyla başlarmış dua etmeye "Allah'ım. Ben seni çok seviyom. Sen beni hiç sevmeyon mu? Gari dayanıcek gücüm galmadı. Irabbımm… Alıver canımıda gurtarıver gari beni emii… Anamı bilmeyon emme rüyalarıma goyuyon onu. Kokusu burnuma gadaa geliyoo. Sarılen deye koşuyon koşuyon emme o hep gaçıyor. Ne olurdu bicik sarılıvereydim ya… Bicik öpüvereydim yanaklaandan. Bi yoo gösteedin onu bana. Dadına doyamadım. Bicik daha gösterivesen olma mı? Acaba o da beni düşünüyo mu? Beni düşünde görüyo mu? Yoksa anamın dediği gibi beni çoktan unuttu mu? Hiç sevmedi mi ki bizi? Bubama soruyon anam nasıl biriydi deye, bene gızıyo. Ne deye gızıyo anlameyom. O zaman içimde bi şeylee gırılı gırılıveriyo sanki."

Yarı uykulu ağlamaktan ıslanmış gözlerini siler bıkmadan usanmadan devam edermiş duasına. Çünkü Emine nenesi "Dua ne gada çok edeesen o gada çabuk gabul oluu" demişmiş. O yüzden her gece bıkmadan usanmadan dua ede ede uykuya dalarmış.

"Ne olursun Allah'ım benim canımı alıvede gurtulen bu soğuktan. Çok üşüyon ben. Bıyıklı anam beni hiç sevmeyo, ıscak odaya sığmeyom deye yatırmeyo. Ta kemikleeme gadar titireyon. Hep üşüdüğümden işeyon. Emme yine de dövüyo beni. Anam olsa böyle etmezdi demi? Analaa çocuklaanı çok seveele demi Allah'ım? Ne oluusun. Ya anama gavuştuu beni, ya canımı alda gurtar. Aabeemi de beni de ayırma birbirimizden. İkimizi bi al yanına emi Allah'ım. Ben daha 7 yaşımdeyim. Çocuğum daha. Emine nene çocuklaan duası kabul oluu dediydi. Benim duamı da gabul edersin demi Allah’ım.”

Öyle pasaklı bir haldeymiş ki... Katran siyahı saçları yapağı olmuş gitmiş bakımsızlıktan. Bitler yanaklarından boynuna inermiş arada. Bedeni aldığı darbelerden çürük içindeymiş. Babası panayırlarda çadır kurup kasnak attırırmış. O yüzden yılın yarısında evde olmazmış. Bazen abisini de alır götürürmüş. Hepten yalnız ve kimsesiz kalırmış.

Tüm bunların içinde onu mutlu eden şey küçük kardeşlerinin sevgisiymiş. Ablalarının dibinden ayrılmazlarmış. Küçük kardeşi Halil en son doğan kardeşiymiş. Daha yeni yeni yürümeye başladığından en çok onu sırtında taşırmış. Onu bir başka severmiş. Çok sevimli, boncuk gözlü bi bebekmiş Halil. Ötekilere de oyunlar oynatırmış. Elbette analığı çocuklara bakmasını istediği zamanlarda olurmuş bunlar. Etrafında çil yavrusu gibi dolanırlarmış. Hep birbirleriyle kavga ederler, ama Zeynep'e sataşmazlarmış. Çünkü ablaymış o. Ya da belki minicik kalpleriyle onun uğradığı haksızlıklara içten içe üzülüyorlarmıştır, kimbilir?

Zeynep'in içindeki sevme kabiliyeti doğuştanmış. Kendi haline bakmayıpta acıdığı yaşlı bir ninecik varmış. Çok severmiş onu. Kimi kimsesi yokmuş ninenin. Onun için üzülür, bir şeyler yapmak istermiş. Bazen evden çaldığı yoğurttan, tereyağından götürürmüş ona.

"Bizim evde çok var, bunları sen ye emi nene…"

diyerek bırakır kaçarmış. Nine:

"Etme gızım, benim çok şükür yeyim yeyceğim var. Al götür bunları. Anan duyarsa döver seni. Zaten mahanaya (bahane) bakıp duruu... Zeenep! Gı!"

Zeynep çoktan yola düşermiş. Analığı hemen fark edermiş eksikleri. Peşinden anlarmış Zeynep'in yine nineye bir şeyler götürdüğünü.  Ardından mutlaka dayak gelirmiş. Yine de o yaşlı kadına evde bulduğu ne varsa taşımaktan vazgeçmezmiş.

İşte... Küçük Zeynep, çocuk Zeynep böyle geçirmiş yıllarını... Derken Halil İbrahim 16 Zeynep ise 12 yaşına gelmiş. Halil İbrahim artık bıyıkları terlemiş bir delikanlı; haliyle tam kanının kaynadığı, haksızlıklara karşı dik başlılık gösterilen çağlarını yaşıyormuş. O erkek olarak elbette Zeynep'e göre daha şanslıymış. Yapacağı işler belliymiş. Ara ara babasıyla birlikte Denizli’ye giderler, dokudukları dokumaları satarlar, ya da panayırlarda çadır kurup kasnak attırırlarmış. Böyle böyle öğrenmiş iş tutmayı.

Babasından çok korkarmış. Ülfet kartal bakışlarını üzerine diktiğinde kaçacak yer ararmış kendine. Ama artık çocukluğun çaresizliğinden sıyrılıp, gücünü keşfettiği yaşlardaymış. Kanı kaynıyor, dünyayı karşısına alacak cesareti kendinde görüyormuş.

Kardeşine yapılanları bir türlü hazmedemiyormuş Halil İbrahim. Zeynep'i çok seviyormuş. Bir yandan da bu küçük kızın gücüne hayret ediyormuş. Başka çocuk olsa bu zamana kadar ya hastalıktan, ya dayaktan ölür giderdi diye düşünüyormuş. Var gücüyle korumak istiyormuş onu. Zeynep’in saf kalbi, güzel kalbi dünyalara bedelmiş. Onu bu hayattan kurtarabilmeyi her şeyden çok istiyormuş.

Bir gün gizlice Zeynep’e:

"Aabem, ben çok zamandır bi şey düşünüyon. Sene de söylecen emme ağzını sıkı dutcesin tamam mı?"

Zeynep heyecanlanmış. Hemen:

"Vallaa, billaaa, talla.... Kimseye bi şey demen abe" demiş. Parmaklarını çelip söz işaretini de yapmayı ihmal etmemiş.

Abisi büyük bir ciddiyetle:

"Anamızı bulmeye gitcen. Yeter gari bu gadar hasret. Kendimden çok senin için isteyom gara gız. Emme sakın bubama deme oluu mu? Duyarsa beni hayatta göndermez. Gözümün yaşına bakmaz, döverde. Kaç yaşına geldik bi anamızın sözünü edemedik bu evde. Bi yanımız eksik böyüdük. Sen goca gız oldun ana sevgisi nedir bilmedin. Ben gine adamın, edee eylee kendimi gurtarırın. Emme sen eğsik etek. Yarın bi kötünün eline düşesen kimse arkende durmaz. Benden çok sene lazım anamız."

Zeynep sevinçten deliye dönmüş. Abisinin boynuna sarılmış.

"Hakkatten mi abeee. Valla mı deyon. Gerçekten gitcen mi anamı bulmeye?"
Zeynep'in umudu abisinin yüreğine dokunmuş. Hevesle:

"Yeter gari çektikleemiz. Hele senin çektiklerin benim ta ciğerlerime gadar vuruyo. Çok üzülüyon. Seni kurtarcen abem. Hiç merak etme sen."

Zeynep şaşkın şaşkın: 

"Eyi hoş deyon aabeede, nasıl gidicen. Bubam yolla mı ki seni? Nasıl ikna etceen onu?"

Abisi heyecanla anlatmaya başlamış:

"Goca halamın yanına gitcen deyip çıkıcen yola. Bu zamana gadar hiç kendi köyümüze gidip görmek nasip olmadı. Hep goca halam geldi bureye. Her gelişinde -siz neye  gelmeyosunuz- deye darıldı. Oreye gitcem dersem bence bubam bi şey demez. Böyüdüm gari. Eskisi gibi engel olmaz. Halam anamızın yerini kesin biliyodur. Accık sıkıştırırsam söyler. Beni o gadar sevmese de seni çok seviyo. -Hala" derin. "Zeynep'in halini geldiğinde sende gördün. Bi gün yüzü görmedi. Anamızın yanında olsa böyle eziyet edeemiydi ona? Hem çok merak ediyo anamızı.  Böölee anlatıısam bence ikna oluu. Gerçi ikna olmasa da goca köyde illa ki bilenlee vardır. Birinden olmasa öbüründen öğrenirim. Anamı bulunca gelip senide alıp götürücen, gurtarcen bu evden..." demiş.

Zeynep abisini dinlerken, gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülmüş. Gönlü daha önce hiç olmadığı kadar umutla dolmuş. Abisine daha büyük bir minnetle sarılmış.

“Anamı bulmadan dönme abee, sakın dönme. Bak ölümü göö. Edip eyleyip bul onu. Zeenep seni tanımasada çok özleyo de. Buraları anlat ona. Nasıl yaşadığımızı anlatı anlatıvee... Bence bizi unutmamıştır. Al gel Zeyneb'i ben gızımı isteyon der deemi? Yanlız bi şartım vaaa. Bulunca hiç oyalanmadan gelicen bureye. Beni de alıp götürücen. Bak ben kimseye demecen senin neden gittiğini. Söz verdim sana. Öldürelee yine demecen. Sen de söz ver bene. Ne olur söz ver. Anamı bulunca hemen gelcen beni de götürcen ona.” 

Halil İbrahim kardeşinin gözlerinin içine bakmış. Sözlerin en büyüğünü vermiş.

"Ölüm haricinde hiç bi şey seni anama götürmeme engel olamaz. Allah şahidim olsun alıp götürcen seni gara gız. Yeter ki anam al getir gızımı desin."

Kısa zaman sonra Ülfet'ten izin çıkmış. İki kardeş sevinçten, heyecandan yerlerinde duramıyorlarmış. Ama kimseye de belli etmemek için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Dodurga'ya, goca halaya yapılacak yolculuk için hazırlıkları başlamış. Yiyecekler çıkınlanmış, halasına götürmesi için hediyelik dokumalar bohçaya konmuş. Yol harçlığını da tamam edilmiş ve Halil İbrahim yola revan olmuş.

Zeynep arkasından bir ibrik su dökmüş. Dualarla gözyaşları içinde uğurlamış abisini. Günlerce endişe içinde beklemiş. Kah sevinçle, kah ya dönmezse korkusuyla…

HER PAZARTESİ YENİ YAYIN
ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR.

Hiç yorum yok

Yorumunuz için teşekkür ederim.