HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN KÜÇÜK BİR KADINIM 5. BÖLÜM 1

SOLAN UMUTLAR Halil İbrahim büyük bir heyecanla,  eşeğinin yoldaşlığında yol almaya başlamış.  Eşeği de pek akıllıymış. Halil ...





SOLAN UMUTLAR


Halil İbrahim büyük bir heyecanla,  eşeğinin yoldaşlığında yol almaya başlamış.  Eşeği de pek akıllıymış. Halil İbrahim'in anlattıklarını kulaklarını dikerek dinliyormuş. Arada bir gördüğü dişi eşeklere anırması dışında iyi bir arkadaşmış.

 Acıktığında yol kenarlarında, ağaç gölgelerinde eyleşip, çıkınındaki azıktan yiyormuş. Geceleri kâh köy odalarında, kâh serdiği kilimin üzerinde, yıldızların altında uyuyup dinlendikten sonra, sabahın ilk ışıklarıyla yine düşüyormuş yola. Yol boyunca tabiatın değişimini gözlemlemiş. Şehre yaklaştıkça ağaçlar bodurlaşıyor, yeşiller sarıya dönüyormuş. Nihayet Denizli'ye ulaşmış. Daha önce babasıyla defalarca geldiği bu şehri çok severmiş. Yeniköy'e benzemeyen dümdüz ovanın yüzüne yayılmış kerpiç evlerle yeni yeni çoğalmaya başlayan betonarme evler yan yanaymışlar. Sokaklarda çeşmeleri, tozlu topraklı yolları, güzel kızları, Kale İçi'nin yoğun kalabalığı...  Tek düzelikten  uzak, kanlı canlı bir şehirmiş. Hele pazarı...

Pazar kuruldumuydu neredeyse bütün köylerden köylüler akın ederlermiş. Rengarenk bir panayır yerine dönermiş pazar yeri. Meyvesinden sebzesine, kurusundan yaşına, kiliminden heybesine... Ne ararsan bulurmuşsun.

Bir de Pamukkale varmış. Öyle büyüleyiciymiş ki. Bi kere babası Ülfet ve onun arkadaşlarıyla birlikte gitmişler. O zaman görmüş. Uzaktan pamuk yığını sanmış. Travertenlere varınca kayalık olduğunu anlamış. Şimdi de aklının bir yanı oradaymış. Yinede bir an evvel annesini bulmak için oyalanmadan yoluna devam etmiş.

Daha önce Denizli'nin doğusuna hiç geçmediğinden merakla çevreyi gözleyerek ilerliyormuş. Düzlük sona erip bayır yukarı tırmanmaya başladığında kendini Babadağ yolunda gibi hissetmiş. Yol  karaçam, kızılçam, sedir, ardıç, meşe, kayın, çınar ağaçlarından oluşan ormanın içinden geçiyormuş. Arada küçük köylere denk geldiğinde soluklanıp, orası hakkında öğrenebildiğini öğrenmeye çalışıyormuş. Yolculuğu dura kalka devam etmiş. Sonunda Acıpayam'a ulaşmış. Boz ovanın orta yerinde kerpiç evlerden oluşan güzel bir ilçeymiş burası. Pazarı da pek meşhurmuş. Çevre köylerin bereketli topraklarında yetişen ürünler burada satışa çıkarmış. Köylüler kah eşek heybelerinde, kah at arabalarında mahsüllerini yükler gelirlermiş pazara.

Halil İbrahim pazara denk gelmiş olmasına sevinmiş. Dodurga'lı birileri var mı diye kalabalık içinde dolaşmaya başlamış. Sepetlerin içi kütür kütür salatalıklar, mis kokulu domatesler, cevizinden-bademine, kekiğinden-nanesine envai çeşit nimetlerle doluymuş. Midesinin gurultusunu duyunca çıkınındaki delik kuruşları çıkarıp yufka ekmeğiyle çökelek almış. Dürüm yapıp yerken, bir yandan da pazarcıyla sohbet etmeye başlamış.

-Ben Babadağ Yeniköy'den geliyon. Dodurgeye gitcen. Az galdı heralde. Bubam Acıyapam'a vardınmıydı Dodurgeye iki adım yer dediydi. Sen biliyon mu Dodurge'yi?

-Hoş gelmişin bizim oolan. Bilmemin hiç. Burlaada yaşeyip Dodurgeyi bilmeyen olmaz. Ben Yazırlı'yın. Dodurga bizim gonşu köy. Aramızda gır vaa, o kadaa. Yakınız yani. Sen ne deye gidiyon Dodurge'ye bi deyive baken bi?

Halil İbrahim hem heyecanlı, hem buruk:

-Benim bubam Dodurga'lı. Ta gençken çıkmış ordan, Yeniköy'e yerleşmiş. Ben orda böyüdüm. İlk defa bu taraflara geliyom. Hısım akraba hepsi Dodurga'da. 

-Kimleedenmiş baken buben? Belki tanııyondur. 

-Tanıımısın ki? Bubama Danalaa sülalesinden Ülfet derlee. Duydun mu hiç?

-Olee. Sen Ülfet abeenin oğlumun. Ben çocuğudum o köyden çıktığında. Bilmemin hiç. Gee bakam geee. Otur accık laflayalım. Eee ne edip duru gari?

Halil İbrahim tanınmış olmaktan dolayı büyük bir güven duymuş. İçi rahat etmiş. Sanki yıllardır görmediği bir yakınıyla yeniden bir araya gelmişler gibi tanıdık bir hisle dolmuş. Sevinçle pazarcının uzattığı oturağa çöküp başlamış anlatmaya. Epey sohbet etmişler. Pazarcının yanından ayrılmak zor gelsede vedalaşıp, adamın tarif ettiği şekilde yola koyulmuş.

Derken pazarcının söylediği Bangraz burnunu uzaktan görür görmez tanımış. Kalbi bi başka atmaya başlamış. Eşeğini dehlemiş. Burnu geçer geçmez Karadağ Yamaçlarının dibinden köyün yoluna girmiş. Çevresi bir anda yeşillenmiş. Ovanın boz renkli tekdüzeliğinden sonra bu yeşillik ona çok iyi gelmiş. İlerledikçe yokuş yukarı çıkıyormuş. Geçtiği uzun düzlüklerden sonra bu dağlık tepelik arazi şaşırtmış onu. Yavaş yavaş tek tük kerpiç evler görünmeye başlamış. Derken evler sıklaşıp mahalleye dönüşmüş. Sokak aralarında çocuklar kök kazmaca oynuyorlarmış. Bir adam tahta avlu kapısını açıp sokağa çıkmış. Güneşe elini siper edip gelen eşek üstündeki kimdir diye bakınmış. Halil İbrahim adama yaklaşınca eşeğini durdurup  selam vermiş.

-Selamün aleyküm dayı. Ben Danalaan Ayşaa'nın evini areyom. Biliisin deemi?

-Ve aleyküm selaaam... Önce bi deyive bi bakem kimsin, kimlerdensin? Nerden geliyon?

-Ben Danalaan Ülfet'in oğlu Halil İbram'ın. Goca halama ziyarete geldim. 

Adam hem şaşkın hem coşkuyla:

-Aboooo. Ole sen Ülfet'in oğlumun. Hoşgeldin baken. Güccücük işeydin burdan gittiinizde. Goca adam olmuşun ya. Maşşallah maşşallah. Yorgunsundur sen. O gada yoldan gelmişin. Oyelemeyen seni. Hu yolu düm düz git. Köyün meydanına varııı zaten. Meydanda gaave var. Hemen garşısı Aaşa'nın evi. Kime sorsen gösderiveri sene. 

-Sağol dayı. Burlardeyin, görüşürüz gine. 

Deyip eşeği dehlemiş.

Adamın dediği gibi inişli çıkışlı yol onu direk köyün meydanına kahvenin önüne götürmüş. Kahve dik bir bayırın dibinde, alçak kerpiç bir yapıymış. Toprak damın çevresinden saman saçaklar sarkıyormuş. Kahvenin dışında oturan adamlar gelen yabancı delikanlıya merakla bakıyorlarmış. Halil İbrahim içini dolduran coşkuyla karışık gururla

-Selamün aleyküm. Ben Danalaan Aaşa'nın evini areyom. Şu ev mi? Bureye gelirken bi köylü gaavenin karşısındaki ev dediydi. 

-Aleyküm selam. Sen kimsin, ne etcen Aaaşa'yı?

Yine aynı konuşmalar tekrarlanmış ve nihayet halasının evinin kapısının önünde durmuş, kapıyı çalmış... Kahvedeki adamlardan birinin:

-Ne duruyon ole, gir içeriye. Gir gir. Bi şey olmaz.

demesiyle girmiş avluya. Heyecandan çatallanan sesiyle:

-Halaaa! Goca halaaa! Guuu! 

Yukarıdan, tahtalıktan ayak sesi duyulmuş. Goca halası başında sarı çiçekli saçaklı örtüsüyle eğilip bakmış. Önce tanıyamamış. Sonra Halil İbrahim olduğunu anlayınca şaşkınlık ve sevinç içinde basmış çığlığı.

-Abohhh halasının goçu mu gelmiş! Gı Halil İbraam! Naha seni emi... Gı geel. Eğer şaşııdım galdım. Koş baken. Koş seni kerata seni!

Bunları söylerken bir yandan da merdivenlerden inmeye başlamış. Halil İbrahim eşeğin ipini saldığı gibi fırlamış merdivenlere. Koşmuş sarılmış halasına. Elini öpüp başına koymuş. Birbirlerinin sırtını sıvazlaya sıvazlaya çıkmışlar tahtalığa. Divana oturur oturmaz halası başlamış soru sormaya:

-Gı İbraam sen neerleeden çıkıp geldin? Hayal mi görüyon düş mü? Bilimedim gari. Oolum, sarı oolum benim. Ne gada böyümüşün? Goca adam olmuşun ya gıııı... Hani buben yok mu? O nerde? 

Halil İbrahim geride kalanların selamlarını bir bir iletmiş halasına.  Yanlız geldiğini anlatmış. Halası hemen ayaklanmış.

-Sen yol yorgunusun. Açsındır da. Susadın mı? Bi yayla suyu getiren sene de kana kana bi iç. Bizim su Eşelee yaylasından, Değirmendere den gelii. Buuuz gibidir. 

Toprak testiden gerçekten buz gibi suyu kalaylı kupaya doldurup vermiş. Bu sıcakta öyle iyi gelmiş ki su... Halil İbrahim bir kupa daha içmiş.

-Hala, ne gada güzel su bu. İnsan içmeye doyamecek. 

Halası toprak testiyi duvar dibine bırakıp

-Güzel olmamı, kar suyu bu... Ta yaylaladan yuvaalanıp geliyo. 

Telaşla devam etmiş:

-Dur ben enen eşşeği bi bağleyen dama, önüne iki saman aten. Susamışdıı hayvan, ona da su veren. Ondan keeri sofra guren, yeyelim içelim... Aaah benim sarı oğluuumm.. Gel bi daha sarılen sene...

Sofrayı kurmuş. Sandık odasında sakladığı ballardan, yağlardan çıkarıp koymuş önüne. Yedirip içirip karnını bi güzel doyurmuş. Ocaklıkta hemencecik su kaynatmış. Hamamlığı hazırlamış, peşkiride vermiş eline. Örtmüş kapıyı çıkmış. Bir güzel yıkanıp paklanmış Halil İbrahim. Yolun tozundan kirinden arınmış. Sarı saçlarını kemik tarakla tarayıp yandan ayırmış. 

Akşama doğru 'Ülfet'in oğlu Halil İbram geldi' diye hoş geldine gelmiş köylüler. Yıllardır böyle el üstünde tutulmadığından keyfine diyecek yokmuş. Kendini büyük, önemli biri gibi hissetmiş. Gaz lambasının ışığında hasbihal etmişler. Hala yeğen misafirler gidince, yatsı namazının peşinden serdikleri yer yataklarında yatmışlar. 

Ertesi gün kuru katık ne varsa oturup kahvaltılarını yapmışlar. Sonra Halil İbrahim

-Hala... Nenemi, dezelerimi de bi gören. Hiç birini tanımeyom. Tanışma zamanı geldi gari. 

Diyip çıkmış evden. Halasının tarifi üzerine doğru Ümmü Gülsüm ninesi'nin evine gitmiş. (Kör Omar sanırım o dönemde hakkın rahmetine kavuşmuş olmalı. Hikayenin bundan sonrasında onun adı hiçbir hadisenin içinde yoktu). 

Nenesi Halil İbrahim'in gelişini geç duyduğundan bir gün önce hoş geldine gidememiş, ama sabahı da sabah etmiş. Kızları Hayriye'yle Fatmaana erkenden analarının yanına gelip, "doğru mu ana? Halil İbram'mı gelmiş?' diye merakla analarına sormuşlar. Doğru olduğunu öğrenince toparlanıp Ayşe'nin evine gitmek için ayaklanmışlar. O sırada tahta kapının vurulma sesi gelmiş. 

-Kimsin? Geee baken. 

Demiş Ümmü Gülsüm. Halil İbrahim avluya girmiş. Merdivenin yarısında dikilen 3 kadına bakmış. Yaşlı olanın ninesi olduğunu anlamış. Diğerleride teyzeleri olmalıymış. Koşmuş yanlarına. Bir yandan  ellerini öpüp, bir yandan kendini tanıtmaya çalışıyormuş.

-Nene, ben Halil İbram. Hatca'nın oğlu Halil İbram. Senin torunun...

Ümmü Gülsüm yanaklarından yaşlar süzülürken bir yandan sıkı sıkı sarılmış torununa. Titreyen sesiyle:

-Biliyon ooolum. Benim gadersiz oooluummm! Sarı efem benim. Goca ooolum benim... 

Gurbetin yolları dikendii diken,
Kör oosun dikeni yollara döken,
Ayrılık değil mi belimi büken,
Gırdı biden kanadımı golumu.. 

Nenesi mâni düzüp ağlarken yerini teyzeleri almış. Onlar da sırayla sarılıp bağırlarına basmışlar. Hep birlikte eve çıkmışlar. Oturup hasret gidermişler. Havadisler anlatmışlar. Halil İbrahim'in sırtını sıvazlayan ellerin biri dursa diğeri başlıyormuş. Kâh ağlamışlar kâh gülmüşler. Uzun uzun Zeynep'ten konuşmuşlar. Onun nasıl perişanlıkta olduğundan anlatmış Halil İbrahim. Hep birlikte yine ağlamışlar. 

Kuşluk geçip öğlen olmuş. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlar. Teyzeleri hemen kuru katık ne varsa sofra kurmuşlar. Oturup birlikte yemişler, içmişler. Derken artık Halil İbrahim daha fazla sabredememiş. Dönmüş nenesine:

-Nenem. Ben anamı bulmeye, görmeye geldim. Acaba o da beni görmek isteemi ki? 

Ümmü Gülsüm'ün gözleri buğulanmış.

-Görmek istememi? Sen onu, o seni görceniz tabi goca oğlum. Anen hasretinizden perişan oldu. Yıllardıı sizi sayıkleyo. Çok çekti çoookkk... Şindi eyi emme...

-Nerde oturuyo? Benim geldiğimi duymadımı ki? Hiç sesi soluğu çıkmadı. 

-Darıveren'de ya oolum o. Deden oreye verdi onu. Senin geldiğinden taa habarı yoktur. Nerden duysun? Yanılız ben dün geç te olsa haber gönderdim Hacı Süleyman'a. Anenin gocasına...  Çok eyi bi adamdır. Habarı ona vermiştirlee. Hatca'ya demesin dedim. Habarsız getirsin deye tembihledim. Hindi yolla bitmez ona, o yüzden gelsin burda öğrensin deye... Eli gulağındadır. İkindiye vaamaz çıkaa geliilee. 

Halil İbrahim'in gözleri parlamış. Sevinçten göğsünün patlayacağını hissetmiş. Bir yandan da korku sarmış... Ya anası onu sevmezse...

...........

Bu arada Halil İbrahim'in Dodurga'da olduğu haberini alan  Hacı Süleyman karısına belli etmeden Dodurga'ya götürmenin hesabını yapıyormuş. Karısının dalıp dalıp gitmelerini, gizli gizli ağlamalarını bilirmiş. Onun için üzülürmüş. Gelen habere kendisi de çok sevinmiş. Ama sevincini belli etmemesi gerektiğini biliyormuş. Yol boyunca eşinin, heyecandan telaştan deliye dönmesini o da istemiyormuş.

Hatice'yi musandıranın başında, un alırken bulmuş. 

-Hayırdır garı, ekmek mi etcen?

-Hı, ekmek eden dediydim. Bu gada çoluk çocuğa yetmeyo, maşşallah hepimiz boğazlıyız. İki güne bi etmek lazım. Sen câmi yanında değilmiydin? Hayırdır? Erken geldin ya böyün?

-İşim çıktı ondan geldim. Dodurge'ye gitmem lazım. Sen de gel beniilen. Çok zaman oldu gitmeyeli. Aneni, gardeşlerini özlemişindir. Bi ziyaret eder hasret giderirsin. Bu gece de anamgilde galırız. Yarın döneriz Allah'ın izniyle.

Hatice'nin gözleri parlamış. Elindeki unu gerisin geri döküp:

-Hemen mi çıkıcez yola? Giden ben şu üstüme bi şey geçiren o zaman. Bekletmeyen seni. Anaa, bileydim erkenden edeedim ekmeği. Neyse, iki gün yetcek gadaa vaaa. 

Sonra duraklamış.

-Adaam, gideken yeyim yeycek te alem mi? Elimiz boş olmaz. Ayıp oluu.

Hacı Süleyman gülümseyerek:

-Al tabi, Hacı Süleman cimri dedirtmen ben kimseye. Ne isteyosen al götürelim. 

Hatice hemen musandıranın diğer gözünü açmış. Biraz bulgur, biraz mısır... Bahçeden domatesleri biberleri de çabucak toplayıp koymuş atın heybesine.

Telaşla eve çıkıp üst baş değişmiş. Yüzünde güller açıyormuş. Tahtalıktaki döşekte oturup karısını izleyen Hacı Süleyman, anasını ve kardeşlerini görecek olmaktan dolayı bu kadar mutlu olmuşken, oğluna kavuştuğunda yaşayacağı sevinç kim bilir ne kadar büyük olur diye düşünmüş. Gözleri dolmuş. İyilik yapıyor olmanın mutluluğu sarmış ruhunu...

Karı koca binmişler atlarına, sürmüşler Dodurga'ya doğru. Hatice heybedeki çıkınlara koyduğu hediyelerin arasında lezzetli Darıveren domateslerini ezilmeden anasına götürmenin telaşındayken, Hacı Süleyman kavuşma anında neler yaşanacağının telaşında, sessiz sedasız ilerlemişler...

HER PAZARTESİ YENİ YAYIN


ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR.

1 yorum

  1. Ahhh ahhh yine merakta bıraktın bizi ablam :)

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkür ederim.