HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN KÜÇÜK BİR KADINIM 8. BÖLÜM 3

Selehattin'in gidişinden sonra Zeynep'in hayatında koca bir boşluk oluşmuş. Bu boşluğu -çok şükür artık onun yokluğunda raha...





Selehattin'in gidişinden sonra Zeynep'in hayatında koca bir boşluk oluşmuş. Bu boşluğu -çok şükür artık onun yokluğunda rahat nefes alabiliyorum- diye yorsa da, bir süre sonra aslında bir yanının eksik kaldığını hissederek hüzünlenmiş.

Artık 15 yaşındaymış. 1.56 boyuyla gebelik yükünü taşımak ağır geliyormuş. İyice tombullaşmış. Sık sık bacaklarına kramplar giriyor, nefesi tıkanıyormuş. Annesinin çatısı altında olsa da, durup dinlenmesi mümkün değilmiş. Bir sürü boğaz... Hepsinin yaşamak için beslenmesi lazım. Giyeceklerden geçeli çok olmuşlar da, karınlarını uzun kış gecelerinde doyurabilmek büyük meseleymiş.

Kıtlık her yerdeymiş. Her evde insanlar kendi karınlarını doyurmanın derdindeymiş. Hacı Süleyman'ın evinde de durum böyleymiş. Bu yokluk yüzünden kimse Zeynep'e canın ne istiyor diye soramamış. O da aşererken canının çektiklerini yokluktan yoksulluktan diyemiyormuş.

Oysa en çok canının çektiği şey haşhaş ezmesiymiş. Ahh, şöyle bi kaşık olsa isteğini bastıracakmış ama yokmuş. Haşhaş yetişen köyde haşhaş ezmesi nasıl olmaz? Olmamış işte. Denk gelmemiş, bulamamış. Diyememiş ki zaten benim canım haşhaş ezmesi çekti diye. Ama nasıl misler gibi kokusu geliyormuş. Yanıksı, kavruksu koku sürekli burnunun dibindeymiş. Çoğu zaman rüyalarına giriyormuş. Derin uykusundan burnunda o mis gibi haşhaş kokusu ve umutla uyanıyormuş. Sonrası ise büyük bir hayal kırıklığıymış.

Böylece günler geceleri, haftalar ayları kovalamış... Nihayet 9 ayını doldurmuş. Bebeğin gelmesi yaklaşmış. Bebeciği için Hacı Süleyman tahta bir beşik bulup getirmiş. Annesi Hatice, yengeleri ve görümceleriyle birlikte, eski paçavralarla beşiği donatmışlar. Delik döşeği serip içine silbencini oturtmuşlar. Bağırdaklarını dikip döşeğe bağlamışlar. Üzerine örtüsünü örtmüşler. Ve bebeğin gelişini heyecanla beklemeye başlamışlar.

O sabah uyandıklarında, Zeynep doğuracağı günün geldiğini hissetmiş. Nasıl olduğunu bilemese de iç güdüleri ona, bu gün bebeğini kucağına alacağını fısıldamış. Gündelik işleri yaparken içten içe sancısının başlamasını bekliyormuş. Beklediği an ikindi vaktinde gelmiş.

Öyle ani ve hızlı bir şekilde olmuş ki, istemsizce çığlık atmış. Oysa sancılar yavaş yavaş başlar diye anlattıklarından bu geliş onu şaşırtmış. Hatice bu cılız çığlığı duyunca panik olmuş. Zaten yaşadıkları yüzünden küçük şeylerde bile ortalığı velveleye verir bir hale geldiğinden, ondan beklenen de buymuş. Ellerini dizlerine vura vura:

-Aboh gııı. Ne etcez gari? Ben korkarın da... Neye bööle bi anda gıvradı ki senin sancın a gızım. Tüh gari. Ne edelim şindi? Ben ne eden?

Olduğu yerde dönüp duruyormuş. Zeynep:

-Ana, du bi sakin ol. Ebeyi çağırsın gızladan biri. Korkma, bi şeyim yok benim.



....



Biri sanki elleriyle karnını deşiyormuş. Öyle keskin bir acı... Etinin yırtıldığını parçalandığını hisediyormuş. Tüm şiddetine rağmen, acısını içine atıp dişlerini sıkıyor, ecel terleri döküyormuş. Bacaklarının arasından akan ılık kanlı su, bebeğinin gelişinin yaklaştığını hissettiriyormuş. Hanife ebe divana oturmuş. Zeynep'in kollarına giren yengeleri onu ebenin tek bacağı üzerine oturtmuşlar. Bacakları titriyormuş. Kollarını bıraksalar olduğu yere yığılacağından korkuyormuş. Sancı artık aralıksız geliyormuş. Tüm organlarını silkeleyen, zamanı, mekanı, yaşamı durduran bir sancı...

-Hadi gızım, hadi baken Zeenep bılla. Ikın. Dutma kendini, sancı gıvradıkça ıkın gızım. Maşşallah çabuk doğurcen sen. Çocukluğun açıldı gari. Hadi yavrum, az daha bi gayret edivee!

Zeynep var gücüyle ıkınıyormuş. Hatice göz yaşları içinde:

-Ben taa dayanameyon...
Gerisini getirememiş, çıkmış odadan. Ebe gelinlere işaret vermiş. Tutmuşlar Zeynep'i yerdeki yün döşeğe yatırmışlar. Ebe tekrar muayene etmiş.

-Gelibaa gari. Haden baken kaldırın. Çöndürem şureye. Hadi gızım az galdı. Kafası göründü gari. Az daha gayret et yavrım. Hindi doğurducen seni ben. Korkma...
Zeynep'i tutup kaldırmışlar. Sancılar içinde kıvranırken hareket etmek öyle zormuş ki... Güçlükle yere çömeltmişler. Ebede yere çönmüş. Bir dizini Zeynep'in kalçalarının altına yerleştirmiş.

-Ikınmen gelii gelmez tutma gari gızım. Ikın gari. Var gücünle ıkın. Bağır bağırceseen, dutma kendini. Hadi yavrum. Geldi gari bebek. İki ıkınmeye çıkıcek inşallah...

Zeynep derinlerden gelen bu sesi dinlemiş. Tüm gücünü toplamış. Büyük bir ıkınma hissiyle, boğazını yırtan bir böğürmeyle itmiş bebeğini... Bacaklarının arasından süzülüveren bebeğin çıktığını hissetmiş. Bir ferahlama gelmiş ardından. Bir an önce yaşadığı acılar bir an sonra neredeyse yok gibiymiş. Ebe maharetle bacaklarının arasında yakaladığı bebeği yere yatırmış. Demir makasla göbek bağını kesivermiş. Çaputlarla dibine yakın bağlamış. Parmak kadar bacaklarını yakalayıp ters çevirmiş. Poposuna attığı şaplaklardan sonra bebecik ağlamaya başlamış.

-Müjde Zeenep. Hadi bakam gözün aydın olsun gızım. Geçmiş olsun. Nur topu gibi bi gızın oldu. Şuna bak gıııı... Ay bu ne gadaa güzee bi şey. Maşşallah maşşallah. Tü tü tü tü....

Zeynep yatırıldığı döşeğin üzerinden göz yaşları içinde bebeğine bakmış. Onun bebeğine.... Şu koca dünyada sahip olduğu ilk tek varlığa...  Benim kızım diye geçirmiş içinden. Sonra bebeğini gözünün önünden çekmişler. Hüzünlenmiş. Yattığı yerden sessizce izlemiş.

Ebe Hanife, bebeği silip temizledikten sonra mincik bedenini kundakla sımsıkı sarmış, Zeynep'e vermiş. Zeynep mutluluktan ölecek gibi hissetmiş. Kalbi sanki koca bir dünya olmuş ta, içine herkesi, her şeyi koyup sevebilirmiş. Ağlayan bebeğini iç güdüsel olarak memesine tutmuş. Bebek reddetmemiş. Sanki hep biliyormuş, hep yaptığı bir şeymiş gibi annesinin memesine yapışmış. Yorula dinlene usul usul emmiş.


....


Hacı Süleyman bebeği kucağına alıp sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okurken, herkes ne isim koyacak diye merakla sessizce bekliyormuş. En sonunda o an gelmiş:

-Elhamdülillahillezî vehebe lî ale’l-kiberi İsmâile ve ishak. İnne Rabbî lesemîu’d-duâ. 
Senin adın Rabiye, senin adın Rabiye, senin adın Rabiye...

Ölen eşinin adını koymuş bebeğe. Zaten böylesi münasipmiş. Rabia bebek dünyadaki ilk gününde,
farkında olmadan herkesi çok mutlu etmiş. İş arası gelen sevmiş giden sevmiş. Öyle güzel bir bebekmiş ki... Zeynep gözlerini ayıramıyormuş ondan. Gördüğü bütün bebeklerden farklıymış. Tırnakları koyu pembe, dudakları kırmızı... Hiç kırmızı dudaklı bebek olurmuymuş? Oluyormuş işte. Zeynep'in bebeği doğuştan boyalıymış. Acaba gözleri nasılmış? Hiç gözlerini açmamış bebek. Zaten açmasını da kimse beklemiyormuş. Bazen bebeklerin gözlerini açması 40 gün sürermiş. İnşallah Rabia bebek erkenden açar da, güzel gözlerini de bir an evvel görmek nasip olurmuş.

Bebeciğin gelişi Kayalar'ın evi için büyük bir lütufmuş ama iş güç ara vermeye gelmezmiş. Ertesi gün ayaklanmış Zeynep. Bacakları hâla güçsüzmüş. Titriyormuş. Ama yatıp lohusalığın tadını çıkaracak zaman değilmiş. İşler keyif beklemezmiş. Bebeciğini sırtına hopturup üstüne düşenleri yapmaya başlamış. Rabia'nın sırtındaki sıcaklığı ona güç veriyormuş. Yanlız bir sorun varmış. Rabia bebek sürekli ağlıyormuş. Emziriyormuş, beşikte sallıyormuş, kucağında dolaştırıyormuş... Ne fayda. Bir türlü ağlamasını durduramıyormuş. Uyuduğu zamanlar o kadar azmış ki... 

Kısa zamanda Rabia bebeğin huzursuzluğu bütün evi etkilemiş. Bir şeyler tersmiş ama ne? Bu kadar ağlamasına neden olan neymiş? Üstelik ağlarken morarıyor, kırmızı dudakları, pembe tırnakları siyaha dönüyormuş. Nefesi kesiliyor, boğulacak gibi oluyormuş yavrusu... Bu durum Zeynep'i çok korkutuyormuş. Güllü neneye götürüp okutmuşlar fayda etmemiş. Gölhisar'daki Cemil hocaya muska yaptırmışlar, fayda etmemiş. Acıpayam'a doktora götürmüşler. Doktor nesi olduğunu anlayamamış. Ama dikkatle gözlemlemelerini söylemiş. 

Rabia bebeği gören:

-Ayooo, gıııı... Bu nasıl bebek. Boyalı ya bu. Maşşallah subhanallah. Bu gada güzee bebek oluu mu? Gı Zeenep, kime çekmiş bu gızım? Tü tü tü tü... Nazar ediverileee, aman deyen. Gösteeme bunu kimselere.

Demek nazar ediyorlarmış bebeciğini. O yüzden böyle huzursuzmuş kuzusu. Gece gündüz her fırsat bulduğunda felak, nas, ayetül kürsi... Okuyormuş. Ama nafile. Bebeciğindeki huzursuzluk hiç azalmıyormuş. Geceler uykusuz, gündüzler sırtında bebeğiyle iş peşinde. 

Artık Selehattin'i düşünmeye zaman bulamıyormuş. Hayatı öyle hızlı akıyormuş ki, durup düşünmek için bile zamanı yokmuş. Böyle böyle Rabia'sı 5 aylık olmuş. Normal bebeklere göre daha çelimsizmiş. Zeynep her ağlayışında emziriyormuş, her sıkıntılı hissettiğinde meme veriyormuş ama zaten emerken de yoruluveriyormuş kuzusu. Nefes nefese kalıyormuş bazen. Sanki kocamış ta, merdiven çıkmış gibi. Zeynep çok korkuyormuş. Bebeğine bir şey olursa dayanamayacağını hissediyormuş. 

Bir gün Rabia'sı sırtında avluyu süpürürken kapı açılmış. Elinde çalı süpürgesiyle öylece kalakalmış. Selahattin, sırtında asker torbasıyla karşısında duruyormuş. 

-Selamün aleyküm Zeenep. Neyi o? Beni gördüğüne sevinmedin mi?

-Aleyküm selam.... Anaaa, oleeeee! Sen nerden çıktın? Aboooo! 

Elindeki çalı süpürgesini atmış. Koşmuş kocasına, elini tutup öpüp, başına koymuş. 15 yaşındaki Zeynep, sırtında bebeğiyle askerden izine gelen kocasını böyle karşılamış. Hemen elindeki torbayı almış. Çekiştire çekiştire merdivenlerden çıkmışlar. Selehattin merakla bebeğine bakıyormuş. Onu kucağına alabileceği anı kolluyormuş. Ama anası, babası oradayken bunu yapması ayıp olurmuş. 

Selehattin'in gelişi evdekileri çok mutlu etmiş. Neler yaşadığını, gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu, rahatının yerinde olup olmadığını sordukça sormuşlar. Sohbet etmeyi seven Selehattin'de bire bin katıp anlattıkça anlatmış. Fırsat bulduğu zamanlarda Rabia'sını kucağına alıp öpüp koklamış. Ne güzel bir bebekmiş onların bebeği... Yüzüne bakmaya kıyamıyormuş. Ama bebeklerinde sorun olduğunu kısa sürede o da anlamış. Bi ağlamaya başladı mı, bayılana kadar susturamıyorlarmış. Mosmor olan bebekleri her seferinde yüreklerini ağızlarına getiriyormuş. Sabaha kadar Zeynep'le nöbetleşe beşik sallayarak birbirlerini dinlendiriyorlarmış. 

İyi ki gelmiş Selehattin. Zeynep onu bu kadar özlediğinin farkında değilmiş. Karı koca hasret giderecek vakit buldukça yakınlık kurmuşlar. Ama sayılı gün... Çabucak gelmiş geçmiş. Selahattin'in izin günleri bitmiş. Yeniden yüklemiş torbasını sırtına, arkasından dökülen bir ibrik suya eşlik eden dualarla uzun askerlik dönemine yolcu edilmiş. Artık 2 yıl boyunca geri dönmeyecekmiş...

Bu gidişi ilkinden daha zor gelmiş Zeynep'e. Artık anne baba olduklarından mıdır nedir, yokluğu ilk günden hissettirmiş kendini. Geceleri nöbetleşe salladıkları beşiğin başında yine tek başına sabahlamaya başlamış. Günden güne zayıflamış. Oysa o kendini bildi bileli balık etliymiş. Gözleri çukura kaçmaya başlamış. Dermanı erkenden kesiliveriyormuş. Gebelik, doğum ve uykusuz geceler mi onu böyle güçten takatten düşürmüş?

Böylece 2 ay daha geçmiş. Artık yazın sıcaklarında ovada iş zamanlarıymış. Rabia'sı sırtında, elinde orağı, buğday biçmeye gidiyormuş. Allah'tan Nadire'yle Rafiye varmış. Onlar ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlarmış. Ama Zeynep'in durumu günden güne kötüleşiyormuş. Esmer teni sararmaya, dudaklarındaki kanı çekilmeye yüz tutmuş. Onu görenler acaba kötü hastalık mı buldu bu kadın diye düşünüyorlarmış. Hatice içten içe kızına bir şey olacağı korkusuyla onu göz hapsinde tutuyormuş. Geceleri bebeği sallayıp, kızını azıcık dinlendirerek yardımcı olmaya çalışıyormuş. Kendi bir yerse, kızına iki yedirmek için uğraşıyormuş. Ama nafile... Zeynep iştahtanda kesilmiş. Sararıp solması da devam etmiş. 

Ve nihayetinde bu halsizliğin, zayıflığın nedeni ortaya çıkmış. Zeynep 2. bebeğine hamileymiş...


HER PAZAR YENİ YAYIN



ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR



Hiç yorum yok

Yorumunuz için teşekkür ederim.