HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN BİR KÜÇÜK KADINIM 9. BÖLÜM 3

Kan ter içinde, ebenin kucağında ciyak ciyak ağlayan bebeğini almak için: -Aaşa Gadın aba. Bi versene oolumu. Ayşe Kadın ebe bi yand...



Kan ter içinde, ebenin kucağında ciyak ciyak ağlayan bebeğini almak için:

-Aaşa Gadın aba. Bi versene oolumu.

Ayşe Kadın ebe bi yandan bebeği silmeye devam ederken bi yandan cevap vermiş:

-Du gızım. Bi temizleyip gundakleyen. Ondan sonra alıısın gucağına. Aboo hureye bak. Sanki ilk defa doğurubaa gibi, neyi bu heves. Oğlun oldu deye mi gı?

-Iıı ondan değil. Gundaklamadan bi baken ben. Sonra gundaklaasın.

Ebe şaşkın:

-Hayııdır inşallah. Eyi maydem. Bak bakam neyine bakıceesen.

Hatice kızının telaşını anlamış. Ama sesini çıkarmamış. Zeynep hevesle ve tedirginlikle bebeğini kucağına alıp, evirip çevirip incelemeye başlamış:

-Çok şükür dudaklaanda morluk yok. Dırnaklarında da yok. Eli ayaa da yerinde.

Sonra bi an bir şey farketmiş. Şaşkınlıkla baka kalmış. Hatice atılmış:

-Gızım hayırdııı. Bebeğin bi eğsiği gediği mi var? Töbeler olsun…

Zeynep gülümseyerek cevap vermiş:

-Anaa. Haşeş yeyimedim deye korkuyodum biliyosun. Bi yerinde bi noksanlan doğucek deye ödüm sıdıyodu. Baksene şuna…

Bebeği annesine doğru uzatırken bi yandan da başını çevirip kulaklarını işaret etmiş. Hatice neyi göstermeye çalıştığını anlayamamış:

-Neree baken. Gulaklaana mı?

-Hııı, gulaklarına baksene bi. Küpe deliği vaaa…

Deyip gülmüş. Gerçekten de bebeğin iki kulağının küpe takılan yerlerinde delik varmış. Dikkatli bakanların görebileceği, küpe taksan takılabilecek delikler. Zeynep şükür üstüne şükür etmiş:

-Goca Rabbim, acıdı bene de içine gomadı bu delikleri. Dayanaman deye gorumuş yavrumu. Töbeler olsun aşerenin canı ne isteese bulunup yedirilmeli. Çok şükür, bin şükür, ömrüm şükür yarabbim. Bene bi üzüntü daha yaşatmadın goca rabbim. Hureye bakın gıı… Oğlan emme küpe delikleri vaaa…

Hatice’de ebe de şaşkın şaşkın bebeğin kulaklarına bakmışlar. Ebe:

-Birden bin bitiren ırabbım. Gıııı, neye oldu ki bu bööle? Anaa ilk defa görüyon. Sen nerden biliyodun bunun bööle olceeni?

Hatice, Zeynep’in aşererken haşhaş bulup yiyemediğini, çocuğunun kalbinde delik olur diye çok korktuğunu anlatmış.

İşte böyle dünyaya gelmiş Ömer bebek. Büyük dedesi Kör Ömer’in adıyla, kulaklarında delikleriyle şenlendirmiş hanelerini.

Zeynep tam 30 yaşında, 16 yıllık evli ve ölümünü büyük korkularla beklediği Rabia’sıyla birlikte artık 7 çocuk annesi…

Kolay değilmiş hayat. Hiçbir zaman kolay olmamış onun için. Ama o düşünmeyi bırakalı çok olmuş. Gün neyi getiriyorsa onunla oyalamış kendini. Yarını düşünmemiş, dünü düşünmemiş… Zaten düşünecek vakti de bulamamış.

O kış bir yerlerden bulduğu bir örnekle, perde örmeye başlamış. Gündüz işten fırsat bulamadığından akşamları, gaz lambasının ışığında yaparmış bu işi. Selehattin’de ona yardımcı olurmuş:

-Şindi sekiz dene doldur, ardından 5 dene delik yap.

-Tamam. Eyi ki sen sayıveriyon Seleddin. Saymesen bu gada çabuk bitirimen ben bunu.

-Boş boş duruceeme sene yardımım olsun deemi? Kime ediban bu perdeyi sen?

-Keziban abam istedi. Gızının çeyizine goycekmiş. Parasını da hazırlamış. Bitee bitmez vericen inşallah.

-Eyi maşşallah. Elinden her iş geliyor. Bu perde işi de eyi oldu. Hiç olmazsa üç beş guruş harçlığını alıyon.

Böylece kış aylarının uzun akşamlarında sipariş aldığı perdeleri örmeye başlamış. Camları kapatan, kocaman perdeler. Kiminin üzerinde tavuş kuşu, kiminde güller… Selehattin saymış söylemiş, o saymış örmüş. Böylece eli boş kaldığı zamanlardaki gibi korkuları, kederleri başına üşüşmemiş.

Aradan geçen üç yılda Rabia’nın hastalığının ilerleyişini üzüntüyle gözlemişler. Bazen o kadar çarpıntısı olurmuş ki, boynundaki ya da şakağındaki damarın mos mor şiştiğini, deli gibi attığını görürlermiş. Konuşmaya bile mecali olmazmış öyle zamanlarda. Babasına:

-Buba. Bu sıralaa epey zorleyibaa beni bu hastalık. Bi hoceye gitsen, bi nuska yapıvese… Belki accık yatışıı galbim.

Selehattin ikiletmez, gidermiş hocalara. Çaresinin olmayacağını bildiği halde, kızının gönlü olsun, umudu artsın diye yaparmış bunu. Gerçekten de işe yararmış. Rabia inanırmış yastığının altına koyduğu muskanın ona iyi geldiğine… Ya da içtiği okunmuş suyun şifasına. Biraz toparlanırmış.

On dokuz yaşındaymış artık. Öyle güzel bir genç kızmış ki… Saçları gürül gürül akan şelaleler gibi dökülürmüş omuzlarından aşağı. Naif bakan bakışları, küçük burnu, ağzı… Pamuk gibi lekesiz yüzü… İnsanın bakmaya kıyamayacağı güzellikteymiş. Bazen Şerife gelir, ablasını uyurken seyredermiş. Onun güzelliğine hayranlık duyarmış. Sonra gözü –şırk şırk atan ve kabaran damarına takılırmış. Hele kulağının arkasındaki damar kabarmışsa, o zaman ablasının çok eziyet çektiğini anlar üzülürmüş.

Üç yaşına giren Ömer bıcır bıcır gelir:

-Baabecik. Baaabeciiikkk. Baaat sana ne dedirdiiimmm,

diye peltek peltek konuşurken, minik avucuna sakladığı–Garamak üzümlerini ablasına uzatırmış. Rabia elleri üzümlerden boyanmış Ömer’in bu hallerine güler, onu öper koklarmış.

Hatice’yle Beride ablaları iyi hissettiğinde çeyiz işlerken yanına oturur, usul usul onu yormadan sohbet ederlermiş.

Beride evin acar kızıymış. Ondan bir şey istendiğinde söz bitmeden alıp getiren o olurmuş. Edebi, ahlağı… Hele ki sanki gün değmemiş gibi beyazlığı…Çocukluktan çıkıp güzel bir genç kıza dönüşüyormuş. Onbeş yaşında, dalgalı gür saçları, ela gözleri, ince kaşlarıyla göz dolduruyormuş. Ablası sıkıldığında bazen onu sırtına alıp dikkatlice merdivenlerden inip, bahçeye oturturmuş. Rabia:

-Abaam, senin boyun kısa. Güccücük işeysin. Benim boyum uzun, senin arkana sığmeyom. Sen daşıma beni, Hatca'yı ünle, o daşısın.

Dese de, Beride dinlemez, küçücük sırtına ablasını alır, bahçeye, avluya indirir, onun hava almasını sağlarmış. Bazen Hatice, bazen Süleyman… Hepsi ablalarını sırtlarında taşıyarak gezdirir, neşelendirirlermiş. Rabia evin içinde usul usul dolaşabilse de, artık merdiven inip çıkmaya dermanı yokmuş. Günden güne solan bir gül gibi güçten takatten düşüyormuş.

Bahar ayları yaklaştığında Dodurga’dan goca hala Ayşe, gelini ve torunlarıyla ziyaretlerine gelmişler. Zeynep annesinin yanına gittikten sonra goca halasıyla bağını hiç kesmemiş. Her fırsatta onu ziyarete gitmeye, o da Zeynep’lere gelmeye devam etmiş. Goca Hala’sının oğlu Hidayet dayısı Alman’ya da yaşıyormuş. Gelini Ayşe ve Ayşe’nin çocuklarından Himmet hariç kalanı Dodurga’da yaşıyorlarmış. Himmet en büyük çocuklarıymış ve askerdeymiş. Deli dolu, esmer, ela gözlü, yakışıklı Himmet’i askere gönderdiklerinden bu yana annesi Ayşe hasretinden yanıp tutuşuyormuş.

İşte, goca halasının kocası gurbette gelini Ayşe ve çocukları bu gün Zeynep’lerin evini şenlendirmişler. Küçük oğlu Ahmet ele avuca sığmayan bir çocukmuş. Ömer’den büyük olmasına karşın, onunla birlikte sokağa çıkıp, mahallenin çocuklarıyla oynamaya başlamışlar. Kızlar hemen kızlarla kucaklaşıp gülüşmeye, sohbet etmeye başlamışlar. Goca hala kızlara doğru bakarken Zeynep’e:

-Gııı… Zeenep. Hu Beride ne gada böyümüş. Taa geçen yaz güccücük işeydi. Maşşallah böyüdükçe güzelleşmiş. Tü tü tü tüü… Eğer nazar etcen çocuğu.

Zeynep güleç yüzle:

-Sağ olan böyüyo hala. Allah hayırlı yazılaa yazsın inşallah. Beride pek acar oldu. Güccüklükten öyleydi ya zaten. Gelinlik gız olup gideri… Benim gızlaa kafalarını yerden kaldırmadan böyüdülee. Ötekilee de yetişip geliyolaa. Rabiye’m hasta olmayaydı şindiye evlenmiş, çocuğunu gucağına almış olurdu… Emme iştee…

Ayşe gelin:

-Allah ööle yazmış Zeenep bılla… Ne etceen… Yazılana boynumuz kıldan ince. Hööle bi bakdım yattığı yerde güzellikten eriyip gideri. İnsan yüzüne bakmeye gıyımecek emme… Allah’tan ümit kesilmez. Sıkma canını.

Hatice eski görümcesinin, gelininin sözlerine karşılık:

-Hööle bakıyom. Onun akranları tapır tapır salleyo ortalığı. Güçlü guvvatlı. Ihı Beride’yi gördünüz. Kaç yaş ufak ondan emme bi saatte ortalığı dökee toplaaa, üstüne yemeği de bişirii. Emme Irabiye’m yattığı yerden kalkana gadar çok emek ediyo. Bazen Allah’a isyan olmasın, gızıyomuş gibi dakılıyon ona. –Gı senin akranların evlendi, ev dün sahibi oldu. Sen neye yatıp duruyon- deye. Bene gülüp, -ne edelim nene, benim yazım da bööleymiş- deyo. Taa bi kere duymadım ağzından –Allah’ım beni neden bööle hasta ettin. Ben de gezip tozseydim, şööle bööle etseydim…- deye. "Allah’dan geldik, ona döncez nene. Üzülme sen. Bak ben üzülüyomuyun" deyoo. Ta ciğerime vuruyo acısı. Umudu da vaa. Eyi olcen deye yavrum ha bire çeyiz ediyo. Ses etmeyoz, ööle oyalasın kendini, eyi geliyor ona deye. Allah’ım kendi bilsin gari… Ne deyelim. Irabiye’min gaderi bööleymiş. Zeeneb’in çekicek tecellisi vaamış. Goca Rabbım ötekinlere ömür versin inşallah. Elden hiç bi şey gelmeyo…

Zeynep yanaklarından akan yaşlarla:

-Amin inşallah ana amin. Çok zorumuş evlat acısı… Kimselee çekmesin. Yüzüne bakdıkca, gözlerinde umut gördükçe yüreğim bin parçeye bölünüyoo. Doktorun dediği zaman günden güne yaneşiyo. Her gece yatağa -sabaha Rabiye’mi sağ buluumuyun deye korkuyla giriyon. Her sabah ilk onun yanına goşuyon, nefesini dinleyon. Oveye gitsem acı haberi geliverii deye yüreğim ağzımda oluyon. Bi gonu gomşuya gitsem; kötüleşiverii ben yokken de yetişemen deye diken üstünde oluyon. Seleddin ucuz bahalı demeyo, bulup buluşdurup getiriyo yesin deye. Ötekinlee de çocuk. Emme bi denesi uzanmaz abalarının yeyiceklerine. Elimizin erdiğince derdine çare olalım deye uğreşiyoz emme… Yetmeyo… Çaresi yok. Sabır etmekden başka bişey edimeyoz.

Goca halası kalkıp Zeynep’e sarıldı. Sırtını yepeşlerken:

-Gızım üzme kendini. Allah’tan gelene edilcek bişey yok. Bööle için için kahredee durusen hasta oluveriisin. Allah etmesin. Sen hasta oluusen bu gada çoluk çocuk ne etcek. Senin güccük çocuklaan va Zenep. Hepsinin eli sene bakıyoo. Aman deyen gızım. Goyuveeme kendini. Ne edelim, senin imtihanın da buymuş…

O gün halasıyla, Ayşe gelinle dertlerini sevinçlerini paylaşıp kah ağlaşmışlar, kah gülmüşler. Kızlar ise kendi akranları arkadaşlarıyla sofra kurup yiyip içmişler. Misafirler akşam olup köylerine uğurlandığında Hatice kızını:

-Zeenep. Gızım… Gel baken şureye bi. Bi şey deecen sene…

Diye yanına çağırmış. Zeynep merakla annesinin oturduğu divana oturup:

-Hayırdır ana. Bi şey mi oldu?

-Hayır inşallah anam. Hayır… Halan bi aralık Beride’yi bizim Ümmet’e alsek deye laf açdı. Ben de taa çocuk o, accık taa böyüsün dedim emme… Bunlaa ciddi ciddi düşünüyoola Beride’yi almeyi. Sen ne dersin anam. Ööle bişey olcek olsa?

Zeynep şaşkın şaşkın anasına bakıp:

-Ayoo. Ondan mı Beride’yi o gada meth edip duumuşlaa. Gerçi benim de içime doğduydu emme. Beride taa onbeşinde. Hem önünde abeesi vaa, Rabiye’m vaa… Rabiye bööle hasteyken Beride’yi veesek üzülmemi? Ben duruuken gardeşimi göceye veriyolaa deye dert etmemi?

Hatice düşünceli düşünceli:

-Doğru dedin gızım. Irabiye hasta yataaken gız vermek olmaz. Çocuk gırılıı… Ben zaten bişey demedim. Ben bilmen, anası bubası bilii dedim.

-Eyi demişin ana sağol. Zaten Ümmet askerde. Gelince Hidayet dayım onu Almanye’ye alıcekmiş çalışsın deye. Du bakam ne oluu? O zaman geesin bi bakam, ne oluu ne galıı?

Bu konuşma anneyle kızı arasında kalmış. Kimseye söz etmemişler. Çünkü Rabia’nın hastalığında bundan konuşmak, dillendirmek onu üzer diye düşünmüşler.

Aradan zaman geçmiş, yaz gelmiş. Ova işlerini bitirip döndüklerinde evde bekleyen misafirlerle karşılaşmışlar. Hatice’nin kardeşi Hayriye’nin oğlu Dursun, askerden izine gelen Himmet’le birlikte onları ziyarete gelmiş, ellerinde hoşaf taslarıyla oturup muhabbet ediyorlarmış. Dursun sık sık onlara gelirmiş ama Himmet en son on yedi yaşındayken geldiğinden, bu gelişin amacını anlamak zor olmamış. Zeynep’le annesi düşüncelerini içlerinde tutup bir şey belli etmemişler. Beride ise herşeyden habersiz, diğer kardeşleri gibi, abi olarak gördüğü Himmet’in elini öpüp oturmuş yer döşeğine. Sonrasında içten içe utangaçlık çökmüş üzerine. Nedenini anlayamadığı, tuhaf bir heyecanla karışık…

Misafirlerini uğurladıktan birkaç gün sonra bu kez Dodurga’dan kalabalık halde gelmişler. Goca halanın oğlu Hidayet o sıralar Almanya’dan izine gelirken, oğlunu asker ocağından izinle almış, bir aylığına hasret giderip dönecekmiş. Ailenin büyüklerini de yanına alıp Darıveren’e yapılan bu ziyaretin altında yatan neden belliymiş. Yine de hazırlıksız yakalanmış Kayalar ailesi. Beride herşeyden habersiz, misafirler için kardeşleriyle birlikte sofra kurup, hizmete girişmiş. O gün Rabia kendini iyi hissettiğinden yatağından çıkıp misafirlerle birlikte oturmuş, sohbete katılıyormuş. Herşey olağan görünsede bi olağanüstülük olduğu büyük amcanın sözleriyle anlaşılmış:

-Biz bureye hayırlı bi iş için geldik. Ümmet geçen gün Dursun’la geldiğinde Beride’yi görmüş beğenmiş. Zaten Hidayet’le Aaşa evelden beri isteyomuş bu işi. Hidayet burdeyken, Ümmet’de askere dönmeden eveli niyetimizi deyelim, bi sonuca bağlayalım dedilee. Çıkdık geldik…

Selehattin şaşkın, Beride ise daha şaşkın… Herkes susmuş, can kulağıyla amcayı dinlemeye devam etmiş:

-Sözün kısası, Allah’ın izni, peygamberin gavliylee, gızımız Beride’yi ooolumuz Ümmet’e isteeyoz.

Beride bu sözleri duyar duymaz mutfağa kaçmış. Öyle şaşkınmış ki… İçten içe:

-Ben taaa çocuğun. Ona abee deyon. Ne evlenmesi? Hem abam vaa önümde. Abem de vaaa…. Nerden çıkdı bu iş?

Diye düşünceden düşünceye savruluyormuş. O sırada şaşkınlığından sıyrılan Selehattin konuşmaya başlamış:

-Biz yabancı değiliz. Birbirimizi biliyoz. Tanııyoz. Aramızda teklif olmaz emme, Beride’nin abası vaa önünde. Rabiye dururken Beride’yi vermek olmaz. Hem taaa çok güccük Beride. Evlenicek çağa gelmedi.

Konuşulanları sessizce dinleyen Rabia:

-Bubaa. İzin verirsen ben bişey demek isteyon.

Selehattin mum gibi sararmış güzel kızına bakıp:

-Buyur gızım.

Rabia derin bir nefes alıp:

-Bubaa. Ben evlenmeecen. Bunu siz de biliyonuz, ben de biliyon. Bu gadaa zamandır çeyiz ediyon deye, kendime mi ediyon sanıyonuz siz? Ben onları kendime etmeyom. Beride için işleyon. Ben onun evlencee zamanı görmen, görümen. Emme hiç olmazsa nişanını gören. O mutluluğu yaşeyen eğer izniniz oluusa. Benden yana dert etmeyin. Ben bu işe üzülmen, aksine çok sevinirin. Benim bu düşüncelerimi bil, ona göre kararını ver istedim.

Selehattin, Zeynep… Aslında oradaki herkesin gözleri dolmuş. Selehattin üzüntüyle başını sallayarak, kızını onaylamış:

-Rabiye verin deyoo. Ben sıramı Beride’ye verdim deyoo… O zaman bene de deyecek bi şey galmeyo. Hayırlısıyla inşallah verdim gitti…

O gün sevinçle üzüntü birbirine karışmış. Rabia’nın durumunu bilişi, kabullenişi ve boyun eğişi öyle dokunmuş ki ev halkına… Yine de yeni bir telaşları olmuş. Aynı hafta içinde Beride’yle Himmet’in nişanının yapılmasına karar verilmiş. Çünkü Hidayet Almanya’ya, Himmet ise askere geri dönecekmiş. Acele etmeleri gerekiyormuş.

Nişan günü gelip çattığında evdeki telaş büyükmüş. Yemekler hazırlanmış, çerezler alınmış. Hoşaflar pişirilmiş, bakır taslara dökülmüş. Ayranlar çalkalanıp köpürtülmüş. Dodurga’dan büyük bir kalabalık Kayalar’ın evine akın etmiş. Ev dolup taşmış. Beride henüz çocuk… Biliyormuş 2 yıl sonra evleneceğini ama, o zamana kadar yeterince büyüyeceğinden emin değilmiş. Sonra Himmet abisine artık Himmet, Hidayet dayısına baba, Ayşe yengesine de anne demesi gerekecekmiş. Bunların hepsi öyle güç ve utanç vericiymiş ki onun için.

O sabah erkenden kalkıp amcasının evine gitmiş sanki nişanlanacak olan kendisi değilmiş gibi. Onu nişana hazırlanması için ikna etmeye çalışmışlar, nafile. İnadı tutmuş, taban diremiş. En sonunda rahmetli Zahide halasının kızı goca Rabiye ablası gelip zorla önüne oturtana kadar. Saçlarını taramış, üzerine yeni dikelin entarisini giydirmiş. Boyu 1.55, kilosu 45 olunca büyük taklidi yapan küçük bir kız gibi görünüyormuş.

Akşam, o devasa kalabalığın içine girdiğinde bacakları titriyormuş. Öyle çok utanıyormuş ki… Bir yandan Himmet’in çapkın bakışlarını üzerinde hissedip heyecanlanışına kızıyor, bir yandan büyük büyük kadınların:

-Maşşallah, maşşallah… Pek te güzelimiş. Güccücük işey daha emme böyüyüverii illa ki… Ağız burun okka gibi.. Tü tü tüü…

Deyişlerini duydukça renkten renge giriyormuş. Yüzük merasimi geldiğinde kaçacak yer aramış ama bu gün kaçması mümkün değilmiş. Himmetle yan yana geldiklerinde yüreğinin ağzından çıkıp gidivereceğinden korkmuş. Titreyen elini uzatışını, yüzüğün parmağına takılışını, kırmızı kurdelenin kesilişini hayal meyal algılayabilmiş. Bir ara Rabia ablasıyla göz göze gelmişler. Onun gözlerindeki pırıltıdan güç bulmuş. Onaylayan bakışı huzur vermiş. O kısa aralık sonrası onu deliye çeviren heyecanı gelip oturmuş yüreğine yine… O akşam nasıl gelmiş, nasıl geçmiş bilememiş.

Herkes gittiğinde geride kalanlar hala şaşkınlarmış. Her şey çok hızlı olup bittiğinden, kafları karışıkmış. Zeynep annesine:

-Anaa. Benim gızım böyüdü de gocaya mı veedim gari ben onu? Ta güccecik. Böyün nereye saklanıceeni bilimedi. Çok üzüldüm. Rabiye verin buba ben de gören gardeşimin mürüvvetini demeyeydi hindi vermezdim Beride’yi. Accık taa böyüdükten sonra veriidim emme… O da haklı. Başına gelicee bilip duru benim güzee gızım.

Hatice her zamanki gibi teselli vermiş kızına:

-Zeenep, eyi oldu bu iş. Ümmet deli dolu emme Beride’nin gıymetini bilii. Hem Almanye’ye çalışmeye gidicek askerden dönünce. Beride yokluk yoksulluk çekmez. Rahatı yerinde oluu. Hem taa önümüzde iki yıl vaa. O zamana gada böyüü. Evlenicek çağa gelir. Sen bunları dert edip üzülme. Yabancıya vermedik gızımızı. Eyi yere verdik de içini rahatlat. Zaten de ööle oldu…

Zeynep annesine minnettar bir halde onaylamış. İyi ki annesi varmış, yanındaymış. Yoksa derdinde kederinde tek başına ne yaparmış. Her zaman eli kolu olmuş onun. Her sıkıntısında ilk o koşmuş. Çocuklarına kendinden çok analık etmiş, yükünü hafifletmiş. İçten içe şükretmiş. Anasını öpüp:

-Allah ırazı olsun ana senden. Sen olmasaydın ben ne ederdim? Ne hallerde olurdum? Eğer perişan olurduk hepimiz.

Yine de gece olup başını yastığa koyduğunda, Rabia’nın isteme akşamı söylediği sözler kulaklarında çınlar olmuş. Güzel kızının sandıkları gibi umudunun olmayışını bilmek, hasta haliyle ilmek ilmek işlediği çeyizlerini kardeşi için yaptığını bilmek… Günden güne sona doğru yaklaştığını bilmek… Zeynep çaresizlik içinde kıvrandığı gecelerine gece eklemiş… Ve günden güne gözünün önünde eriyip giden kızının sonunu yüreği ağzında beklemiş…



HER PAZAR YENİ YAYIN



ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR





Hiç yorum yok

Yorumunuz için teşekkür ederim.