HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN BİR KÜÇÜK KADINIM 9. BÖLÜM 4

Nişan olayından sonra Rabia’nın Beride’ye olan düşkünlüğü günden güne artmış. Zaten kendisinden sonra ilk kız kardeşi o olduğundan aral...




Nişan olayından sonra Rabia’nın Beride’ye olan düşkünlüğü günden güne artmış. Zaten kendisinden sonra ilk kız kardeşi o olduğundan aralarındaki bağ çok kuvvetliymiş. Rabia babasına kumaş aldırır, gücü olduğu zamanlarda oturduğu yerden kız kardeşine elbise diker, ovadan gelen Beride’ye sürpriz yaparmış. Beride:

-Abaa, neden kendine dikip geyinmeyon? Bu gada zahmete girmişken kendine etsene…
Dediğinde, gülümser:

-Ben ne etcem abecim elbiseyi. Gezip tozduğum mu var. Hem sen nişanlısın gari. Güzee güzee keyinip guşan. Fındık gibisin maşşallah. Geyinip guşanınca pek güzel oluyon.
Diğer kızlar kıskanmaz, ikisinin bu güçlü bağıyla mutlu olurlarmış. Bazen Hatice takılırmış:

-Bene gumaş yetmez deye dikivemeyon demi aba. Beride abam güccücük olduğundan goley geliyor demi dikmesi. Benim boyum uzun tabi, dik dik bitmez…

Birlikte gülüşürlermiş. Hatice gerçekten de yaşına göre oldukça uzun boyluymuş. Bu açıdan Rabia ablasına benziyormuş. Birkaç yıla kalmaz boyu onu bile geçermiş. Orta okul 2. sınıfa gidiyormuş. Geçen sene köyde açılan orta okulun ilk öğrencilerinden olmuş. Çok başarılı bir çocuk olduğu için öğretmenleri, Selehattin’le Zeynep’e:

-Hatice çok zeki bi çocuk. Önünü kapatmayın sakın. Bırakın sonuna kadar okusun. Üçüncü sınıfta imtihanlar var. İllaki kazanır. O zaman yakın uzak demeyin okumaya gönderin. Yoksa çok yazık olur.

Bu sözler elbette çok gurur vericiymiş. Selehattin içten içe:

-Gızım nereyi gazanırsa göndercen. Maydem ööretmenleri çok akıllı deyolaa. Tarla satcen gine de okutucen…

Diye düşünüyormuş. Aslında Beride’yi de okutmayı çok istemiş ama onun mezun olduğu yıllarda köyde orta okul olmadığından bunu gerçekleştirmek mümkün olmamış. Ama bundan sonraki çocukları için artık sorun yokmuş. Köylerinde okul açılması çok iyi olmuş çok…

Beride nişanlandıktan sonra Himmet sayılı izin günleri bitmeden birkaç kez nişanlısını görmek için ziyarete gelmiş. Gelmiş gelmesine de Beride utangaç, çekingen… Himmet’i gördüğünde heyecandan ne yapacağını şaşırıp odalara kaçıyormuş. Rabia ablası:

-Beride, abecim… Yazık taa nerden geliyor seni görmeye. Hiç olmazsa çık bi tokalaş. Yarın böyün askere gitcek. Sonra göremeceksiniz birbirinizi. Çok pişman olursun. Hadi bakem. Bismillah de, korkma git yanına…

Ablasının desteği ve güven verişiyle çıkarmış nişanlısının karşısına. Tokalaşır, sessizce bir kenara kıvrılır, yüzü ala mora karışırken, başını kaldırıp nişanlısına bakmaya cesaret edemeden sessizce otururmuş.

Himmet askere gittikten sonra kendi kendine:

-İnsan bi yo yüzüne bakaa demi ya. Yazık, bi kere bile gonuşmadan çocuğu askere gönderdin. Naha seni emi…

Diye hayıflanırmış.

Nişandan bir süre sonra Rabia, Beride’yi yanına çağırıp:

-Beride. Abaam… Bak şu divanın altında bohçalaa var ya. Onları bi getii bakem önüme.

Beride ikiletmeden koşup getirmiş bohçaları:

-Bunlaa senin yaptığın çeyizlee değil mi aba?

Rabia gülümseyerek:

-Hıı hııı… Onlaa abam. Aç bakem birini. Beride usulca açmış. Üstte duran oyalı tülbenti, hemen altındaki dantel yastık, yorgan kenarlarını, işlenmiş seccadeyi görmüş. Ve altlara doğru daha bir çok el işini…

-Abaam. Bunlaa senin. Yaşadıkça daha da etcen inşallah. Benim hatıram olarak gullanırsın inşallah.

Beride’nin gözleri dolmuş:

-Abaa. Deme ööle. Hem ben bunları alıman. Kaç yıldır emek verdin bunlara. Eyileşip kendin gullanıceksin. Bu gada emek çektin yapcen deye, verilir mi hiç?
Rabia yüzünde kırgın bir tebessümle:

-Abaam. Benim eyileşiceğim yok. Bunu bilip durun. En başından beri biliyon. Evleniceğim de yok. Zaten ööle bi hayalim de olmadı. Eveli de dedim ya, ben bunları işlerken hep senin evleniceğini hayal edip işledim. Kendim için değil. Seni üzen deye demeyom bunları. Sevin deye veriyom. İki yıl göz açıp kapayana gadar gelir geçer. Hangi ara yapıcen o gadar çeyizi. Bunlar senin. Olur ya, bi şey oluverir. O yüzden şindiden veren dedim. Güzeel mutlu bi yuvan olsun inşallah, her gullandığında beni hatırla emi abam…

Kapının dışında onları dinleyen Zeynep’ten habersiz, sarılıp ağlamışlar. Zeynep elini ağzına götürüp var gücüyle ısırırken, gözlerinden akan yaşlara karışan hıçkırığını bastırmaya çalışıyormuş.

……………………….

Kış olanca gücüyle bastırmış. Birkaç gündür aralıksız yağan karın soğuğu, esen ayazın sertliğiyle saçaklardan buzlar sarkıyormuş. Evin içinde yanan sobanın kütürtüsüne Rabia'nın inlemesi eşlik ediyormuş:

-Allah, Allah, Allah….

Zeynep çaresizlikle kızının karnını ovuyormuş:

-Anaam. Bu bööle olmecek. Neye ağrıdı bu gada garnın? İshal mi olcen ki? Yediğin bişey mi bozdu ki…
Hatice endişeyle:

-Yüzü toprak gibi oldu baksene Zeenep. Tüh gari. Seleddin, bi araba bulsen de hastaneye götürsen oolum. Geceden bu yana çekiyo çocuk.
Selehattin:

-Arabacı İsmet’e haber gönderdim ana. Bakaam, inşallah böyün burlara gelii de, alıp götürürüz.

O sıra Rabia’nın acıdan allak bullak olan yüzünde bir şaşkınlık olmuş. Sonrası endişeyle karışık korkulu gözlerle:

-Anaa. Benden bişey boşandı sanki. Yatağı mı ıslattım ne ettim anleyemedim.

Nefes nefese söylediği bu sözleri duyan Zeynep, usulca kızını yan çevirmiş. Gördüğü karşısında korkudan ne yapacağını şaşırmış:

-Seleddin. Goş, kimi bulceksen bul getir. Hadiii. Çocuktan gan boşanıyoo…

Selehattin:

-Ne demek gan boşanıbaaa? Neresi ganeyo? Ne olmuş?

-Gı sorup durmaa… Barsaklarından geliyor gan. Hadi oyalanma. Çabuk ol!


O gün hastaneye yetiştirdikleri Rabia’nın kanamasının nedeninin barsaklar olmadığı, kalbindeki deliklerden kaynaklı olduğu anlaşılmış. Bu hiç iyi değilmiş. Sona yaklaşıldığının habercisiymiş. Tedavisi yapıldıktan sonra günlerce bakımına daha da özen göstermişler. Bir şey istesin, bir şey yesin, neşelensin diye gözlerinin içine bakıyorlarmış.

Sonra sonra toparlanmaya başlamış. Yine de elbette eskisinden daha iyi değilmiş. Yavaş yavaş kendi ihtiyaçlarını görmeye çalışıyor ama çoğu zaman pencerenin önündeki divandaki yatağında yatıyormuş. Küçük Ömer:

-Babeecik, Babeecik!

diye etrafında pır döner, bulup buluşturduğu şeyleri alır getirir, yemesini istermiş. Süleyman her eve dönüşünde ilk onun yanına gider, sarılır, öper, takılır, güldürürmüş onu. Şerife baş ucundan suyunu eksik etmez, Hatice sırtına alıp hava alması için arada bahçeye indirirmiş. Beride:

-Ben indircektim abamı, sen neye hemen garışıyon,

diye takılırmış Hatice’ye. O da:

-Abaa, senin iki gatınım ben. Çocuk gadar işeysin. Nasıl daşııceen acaba abamı? Otur oturduğun yerde…

Hatice her gün Rabia’sı için, onun sevdiği yemeklerden yapar koyarmış önüne. Ağrısı olduğunda bildiği ne kadar sure dua varsa okurmuş. Selehattin ise günden güne eriyen kızının gözlerine bakmaya korkar olmuş. Onu kaybedecek olmasının verdiği keder, için için eritip kurutmuş… Zayıf bedeni bi deri bi kemik kalmış. Çaresizlik öyle zormuş ki… Bilse kızı iyileşecek, gökteki yıldızları yere indirir ayaklarına sererim diyormuş gönlü… Ama yokmuş işte çare…

Zeynep ise her anında kaygılı, kederli… Asla kızının yanında ağlamıyormuş. Onu öyle ağlarken görüp üzülür, umudu kırılır diye kederini belli etmiyormuş. Bi başına kaldığında yaşıyormuş kederini.

Kış bitmiş, yaz gelmiş. Tabiat yine canlanmış, bereketlenmiş. Tütünler, buğdaylar dikilmiş,bahçelere domatesler, kabaklar ekilmiş… Köyün yaz işleri başlamış.

Ev halkı sabah ezanında kalkar, iyi kötü bir şeyler atıştırıp ovaya giderlermiş. Hatice’nin yanında her zaman, yardımcı olsun diye kızlardan biri kalırmış. O gün Şerife kalmış evde. Sabah Rabia’nın uyanışına şahit olmuş. Diğer günlerden farklı bir uyanışmış bu. Yüzünde sonsuz bir huzur ve heyecan varmış. Şerife:

-Abaa, bu gün ne güzeelsin. Yüzün ışıl ışıl parleyoo. Ayoo. Gece sancın olmadı, eyi uyudun heralde…

Rabia gözleri başka alemlerde dolanırken cevap vermiş:

-Çok güzee bi rüya gördüm Şerfee. Çook güzeldi.

Şerife heyecanlanmış:

-Ne gördün abaa? Hayır olsun inşallah.

-Hayır abam hayır. Bu rüya hayırsız oomaz. Emme annatmeyen. Bi hoceye danışen önce. Annat derse o zaman anladen.

O rüya illa anlatılacak ya işte, o gün öğleden sonra yukarı köyden yaşlı hafız hacı teyze çıkıp gelmiş. Şerife’yle Rabia’a bu tesadüfe çok şaşırmışlar.

Hacı teyzeyle nineleri Hatice biraz hasbihal etmişler. Sonra dönüp Rabia’ya:

-Gızıım. Maşşallah eyi gördüm seni. Rengin pek güzel. İnşallah yaveş yaveş eyileşicen Allaa’n izniyle.
Rabia nefes nefese:

-İnşallah hacı deeze. Ben böyün bi rüya gördüm. Bi hoceye danışen derken sen çıkdın geldin. Müsaden oluusa anlatmek isteyom.

Hacı teyze merakla:

-Tabi gızım. Anlat bakem ne gördün? Hayır olsun inşallah…

Rabia’nın bakışları yine o bilinmez aleme doğru bakıyor gibiymiş, başlamış anlatmaya:

-Çift hörgüçlü bi devenin üstünde Peygamber efendimizi gördüm. Deveyi de Fatma anamız güdüyodu. Etrafta böyük insanlaa vaadı. Benimle gonuşdulaa.. Korkma gızım, seni çok güzee yerlerde ağırlecez dedile. Accık daha sabret dedilee…

Hacı teyze gözlerinden yaşlar akarken, Rabia’yı susturmuş:

-Güzel gızım benim. Sus gari. Annatma. Annatma ki rüyan gerçek oosun. Kimselere annatma emi. Çok güzeee, çok hayırlı bi rüya görmüşün. Ben kaç yıldır peygamberimizi bicik görüveren deye dua ediyon, emme bak bene deyil sene nasip olmuş. Deme kimseye ki gine gelsinlee emi Irabi’ye. Maşşallah benim gızıma. Maşşallah maşşallah….

Rüyanın bu kadarını dinleme şansını bulan Şerife hayatı boyunca bu anı unutamamış. Ve hep rüyanın tamamını merak etmiş.

Rabia’nın gece sancıları sıklaşmış. Bazen sancısı olsa da sesini çıkarmaz, sabredermiş. Bazen öyle şiddetli olurmuş ki sıkıntısı, dayanamaz inlermiş. Böyle gecelerde Hatice koşup Zeynep’i uyandırırmış. Zeynep kızının başında, onu azıcık rahatlatır umuduyla sabaha kadar ellerini, kollarını, karnını ovar, bildiği şifa ayetlerini okurmuş. Onun böyle sabahladığını bilen kızları, şafakla birlikte kalkar, Rabia’nın yanında sızıp kalmış olan annelerinin üstünü örter, onu uyandırmadan sessizce ovaya çalışmaya giderlermiş. Zeynep uyandığında annesinin yaptığı yemeklerden alır, eşeğine biner, ovada çalışan çocuklarına yardıma gidermiş. Onlar birbirlerine değer veren, anlayışlı, sevgi dolu bir aileymiş. Ve birbirleri için fedakarlık yapmaktan asla yüksünmezlermiş.

Rabia’nın yattığı odada Hatice ve diğer 6 çocuk bir arada kalıyorlarmış. Yer döşeklerinde, divanlarda koyun koyuna yatıyorlarmış. Herkes uyuduğunda Beride sessizce yattığı yerden ablasının nefesini dinlermiş. Rabia’nın duaya başlamasını örtüsünün altında göz yaşları içinde beklermiş. Herkesin uyuduğundan emin olan Rabia duasına başlarmış:

-Allahım. Goca Rabbim. Benim canımı Süleeman’ın askere gidişini, Beride’nin evlenip evini düzüşünü görmeden alma emi… Bu ikisini gören başka hiç bişey istemeyom. Beride’min telli duvaklı evden çıkışını göster bene, çeyizini evine serişini göster bene. Süleeman’ımın asker eğlencesini görmeyi nasip et. Serçe parmağına kına yakılışını görmeyi nasip et Irabbim… Başka bişey istemeyom senden. Ne olur gabul et bu duamı Allah’ım…Amin.
Her gece aynı duayı edermiş Rabia. Her gece… Aylarca hep aynı duayı.. Ve bu duayı edişinin tek tanığı Beride’ymiş. Hem ablasını, hem de ailesini üzmemek için kimseye bundan bahsetmeden, aylarca ablasının dua edişini bekleyerek gecelemiş. Sonra uzun zaman sancısı, ağrısı, sıkıntısı olan ablasının usul usul:

-Allah! Allah! Allah!
diye inleyişlerini dinleyerek uykuya dalarmış.

O gece yine sessizce ablasının duaya başlayışını beklemiş Beride. Herkes derin uykuda, düzenli nefes alıp verirken, ablasının kesik kesik gelen nefeslerine odaklanıp, duaya başlayışını… Ama o gece Rabia’nın duası çok kısa olmuş. Kısa duasını tekrarlamış. Tekrarlamış… Tekrarlamış…

-Allah’ım. Vazgeçtim gari ben. Alceksen al gari canımı… Alceksen al gari canımı… Alceksen al gari canımı…

Beride şaşırmış. İçine büyük bir korku çökmüş. Kalkıp:

-Abaa, bööle deme. Gine eski duanı et.

demek istiyormuş ama… Diyememiş. Rabia ise her zamanki gibi sıkıntı içinde:

-Allah… Allah… Allah…

diyerek tek umuduna seslenmeye devam etmiş…

Sabah olduğunda bu durumdan bahsedip bahsetmeme konusunda kararsız olan Beride:

-Şimdi söylersem anam çok üzülüü… Belki çok sıkıntısı olduğundan bööle demiştir. Öyle dedi deye Allah hemen almaz ya abamı deemi…

diyerek, kendi iç sesiyle anlaşmaya çalışıyormuş. O gün tütün çapası varmış. Ovadaki Döşeme tarlasında dört dönüm yer… Günlerce çapaya gideceklermiş ve oyalanacak zaman değilmiş. Ev halkı erkenden kalkıp yola koyulmuşlar. Evde Hatice, Ömer ve Gülsüm’den başka kimse yokmuş. Kahvaltılarını yaptıktan sonra çocuklar oyun oynamak için sokağa çıkmış, Hatice ise Rabia’nın yanında delik çorapları yamalamaya başlamış. Bir yandan da Rabia’nın uyanmasını bekliyormuş. Derken sıkıntılı bir halde uyanmış Rabia. Solgun ve bitkin gözlerle nenesine bakıp:

-Neneee… Neneee… Zamanım geldi. Korkma… Anamgile haber et.

Diyebilmiş. Hatice önce anlamayamamış. Sonra anladığında ise koşmuş kuzusunun yanına:

-Neneeemm! Du gızıım. Neyin zamanı geldi? Etme böölee. Sancın mı vaaa anaam. Bak biii! Rabiyeee!

Rabia’nın şah damarı parmak kadar şişmiş, morarmış... Şırk şırk atıyormuş. Gözleri kayar gibi olmuş. Dudakları morarmış. İyi görünmüyormuş. Hatice bağıra bağıra koşmuş tahtalığa:

-Omaaaarr! Güüsüüüünnn!

Deli gibi bağırıyormuş. Ne yapacağını bilememiş. Ömer’le Gülsüm avlu kapısını açıp:

-Ne oldu nenee!

Dediklerinde, önce ne diyeceğini bilememiş. Sonra Ömer’e:

-Goş ooolum. Baabeecik çok hasta oldu de bubene. Gayfe yanına gittiydi. Goş haber veee. Hemen gelsin!

-Güüsüüün! Goş anam emmingile haber vee. Birini oveye göndeesinle. Anengile haber versinlee. Irabiyem ölüyoooo neneeemmmm! Irabiyem Ölüyoooo! Goş baken, yetişsinleeee!


Çocukların beti benzi atmış. Ama beklememişler. Nenelerinin dedeğini yapmaya koşmuşlar.

Ömer’in deli gibi bağıra bağıra ağlayarak koşup gelişini gören Selehattin yerinden fırlamış.

-Oğlum, dur baken, sakin ol. Ne oldu?

Beş yaşındaki Ömer hıçkırıklar arasında:

-Bubaaaaa.. Baabeecik ölüyooo. Bubaaa. Ölmesin o. Baabeciik ölmesin!

Selehattin’in bacakları çözülmüş. Kahvedeki köylüler koşup yetişmişler. Selehattin saniyeler içinde kendini toparlayıp var gücüyle koşmaya başlamış. Ardından da lastik ayakkabılarıyla düşe kalka koşan Ömer geliyormuş. Kahvedekiler de peşlerinden, belki bi yardımımız olur diye seyirtmişler. Haber köye tez zamanda ulaşmış. Selehattin eve geldiğinde çoktan Kuran okunmaya başlandığını görmüş. Kızının yanına koşmuş. Ellerini tutmuş. Rabia babasına bakıp:

-Bubeciğim ağlama… Allah… Allah… Allah… Bubeciğim ağlama sakın. Allah… Allah… Allah….

Selehattin çoktan koyuvermiş kendini. Bir yandan hıçkırırken:

-Tamam gızım. Tamam Irabiyem. Sen üzme kendini yavrum.

Ovaya haberi götüren iki kız çocuğu olmuş. Zeynep elindeki çapayı fırlattığı gibi eşeğine binmiş. Gözlerinden yaşlar boşanırken çocuklarına:

-Anaam. Belli ki hasta oluvemiş. Ölmez o. Taa yaşecek benim gızım. Korkmen emi. Ben gidee hemen eyileştirii gelirin.
O daha yola çıkmadan çocuklar çoktan yola düşmüşler bile. Eve geldiklerinde avlunun dahi dolu olduğunu görünce neye uğradıklarını şaşırmışlar. Zeynep deli gibi koşarak çıkmış merdivenleri. Odaya girdiğinde mum gibi yatan, güzeller güzel Rabia’sının yüzünde ölümü görmüş.

-Allah… Allah… Allah…


Usulca, ürkütmeden yanına yaklaşmış. Rabia annesini görünce:

-Anaam ağlama, bubaaa, ağlama, anaa… Gidiyom. Ağlama sakın. Bubaaa ağlamayın… Allah…Allah… Allah….

Sonra bi an boşluğa bakmaya başlamış. Görünmez bir şeylere bakıp gülümsemeye… Arkasından:

-Anaaa… Anaa çok güzee bi yere gidiyon ben. Yemyeşil… Her yer çiçekleerle doluu. Ohhh. Mis gibi kokuyo ortalık. Anaaa! Şureye bak. Ne gada güzee yer hazırlamışlaa benee…

Sonra o gördükleri kaybolmuş. Yine odadakileri görmüş gözleri. Haykırarak içeri giren Beride’yi farketmiş. Elini kaldırıp onu işaret ederek:

-Allah… Allah… Allah… Ağlama…

Sonra kendinden geçmiş. Beride ablasının öldüğünü zannedip katıla katıla ağlamaya başlayınca onu odadan çıkarmışlar. Oysa birkaç dakikası daha varmış.

Hatice hıçkırıklar arasında, torununun başucunda elinde bir demet çiçek sallayarak esinti yapıyormuş. Zeynep ve Selehattin birer elini tutmuşlar. Kendine geldiğinde son sözlerini söylemiş…

-Anaaam ağlamaa… Bubaaam ağlamaa… Allahhhhhh….. Usulca vermiş son nefesini. Odadan kopan çığlıklar arasında Yasin ayetlerinin sesi duyuluyormuş.

Zeynep kızının üzerine kapanmış. Ayrılmak istemiyormuş. Rabia onun ilk göz ağrısıymış. Onu toprağa nasıl gönderirmiş… Bırakamamış. Ayıramamışlar bir zaman. Selehattin’i kardeşleri alıp uzaklaştırmışlar odadan. Eli ayağı boşalmış, boş bir çuval gibi yığılıp kalmış. Hatice, elindeki çiçeği sallamayı bırakamıyormuş. Belki yine açar gözlerini diye umutla bekliyormuş. Beride, Hatice, Süleyman, Şerife, Gülsüm, Ömer… İlk kez ölüm acısını bu kadar derinden, bu kadar acıtır vaziyette yaşıyorlarmış. Hepsi şaşkın, yürekleri parça parça…

Aynı gün yıkanıp kefenlenmiş güzeller güzeli Rabia. Mezarlığa götürülmeden önce son veda için açıp baktıklarında, düm düz kefenlenen genç kızın sağına döndüğünü ve bedeninin yaşıyormuş gibi hala yumuşak ve sıcak olduğunu farketmişler… Ve demişler ki:

-Daha yirmisine yeni girdi. Sabretti. İsyan etmedi. Tevekkül etti. Kimseyi kırmadı. Tertemiz geldi, tertemiz gitti… Mekanı cennettir inşallah…


HER PAZAR YENİ YAYIN



ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR

Hiç yorum yok

Yorumunuz için teşekkür ederim.