HİDE

Grid

GRID_STYLE
false
TRUE

blog

HIDE_BLOG

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ad

HABERLER

latest

BEN BİR KÜÇÜK KADINIM 9. BÖLÜM 5

Kayaların evi yangın yeriymiş… Zeynep aralıksız ağlıyormuş. Sanki kızıyla birlikte mezara girmiş, oradan çıkmak istemiyor gibi dünyayla...




Kayaların evi yangın yeriymiş… Zeynep aralıksız ağlıyormuş. Sanki kızıyla birlikte mezara girmiş, oradan çıkmak istemiyor gibi dünyayla olan tüm bağını koparmış. Hatice’yle çocukları onu bir an olsun yalnız bırakmıyorlarmış. Kendine bir şey yapacağından korkuyorlarmış.

Acısı öyle büyükmüş ki… Görenlerin içini parçalıyormuş. Hatice her fırsatta:

-Gızıımm… Zeeneb’im. Aklını başına topla aneciğim benim. Geçicek bu yangının datlı gızım. Geçicek anaam… Soğumasa da küllenicek. Etme bööle güzee gızım. Etme aneciğim. Acı hepimizin acısı. Seni bööle görmeye dayanameyom Zeneb’im. Topla anam kendini. Topla guzum kendini…

Köylüler gece gündüz evi doldurup taşırmışlar. Tam 52 gün Kayalar’ın evinde yemek pişirilmemiş. Ocak tütmemiş. Rabia’nın ölümü herkesi öyle çok üzmüş ki… Kayalar ailesini bir an bile yalnız bırakamamışlar. Onların acısına ortak olmuşlar. Her gün tencereler dolusu yemek taşımışlar, sofralar kurmuşlar, birbirlerini ağırlamışlar.

Zeynep yemiyor, içmiyormuş… Zorla ağzına iki lokma koyabilmek için bıkmadan didinmişler başında. Acısına ortak olmuşlar. Onunla ağlamışlar, teselli etmek için ellerinden geleni yapmışlar.

Zeynep bu haldeyken Selehattin daha hiddetli, daha asabi bi hal almış. Rabia’nın ölümü onu hırçınlaştırmış. Bu durum karı koca arasında kavgalara da sebep oluyormuş ve Zeynep bu kavgalara dayanamıyor, sinir krizleri geçiriyormuş. Çocuklar bu yıkımın altından kalkabilsin diye annelerine bütün güçleriyle destek oluyorlarmış. Onlar da yaralıymışlar ama annelerinin hali çok daha önemliymiş şimdi.

Tam 52 gün geçmiş. Rabia’nın mevlüdü yapılmış. Onun yattığı divana oturanlar, Zeynep’in yüreğini kavurmuş. Bir şey diyememiş. Sadece ağlıyormuş. Hep ağlıyormuş. Büyük bir bunalımın içindeymiş.

Mevlüt olup bittikten sonra gelen giden seyrekleşmiş. Yine kendi hallerine kalmaya başlamışlar. Bir sabah çocuklar ovaya, Selehattin kahveye, Hatice ise Zeynep nasıl olsa uyuyor diye yan evde oturan Ayhan’ın evine gitmiş. Zeynep sessiz bir eve açmış gözlerini.

Usulca kalkmış. Yer yatağını dürüp kaldırmış yataklığa. Üstüne kanaviçe örtüsünü örtmüş. Sonra sakince alt kata inmiş. Musandıraya yaklaşmış. İlk kez görüyormuş gibi çevresine bakınmış. Direkteki paslı çiviye asılı duran halatı görmüş gözleri. Ayaklarının ucunda uzanıp almış. Merdivenlerden inleyerek çıkmış. Yanaklarını ıslatan göz yaşlarının farkına bile varamamış. Başka bir alemde gibiymiş. Her attığı adımda, yüreğini ezen değirmen taşı usul usul kalkıyormuş sanki. Üst kata ulaştığında gözlerini tavana dikmiş. Tavandaki kalas dilmelere… Birini gözüne kestirmiş. Sonra gidip içeriden tahta sandalyeyi sürüye sürüye getirmiş.

Üzerine çıkmış. Ayaklarının üzerinde yükselebildiği kadar yükselmiş. Halatın ucunu kalasın üzerinden aşırmış. Kendine çekip halka yapmış. Bağlamış. Sağlam mı değil mi diye yoklamış. Sağlam olduğunu görünce emin olmuş. Kendi kendine mırıldanmaya başlamış:

-Rabiye’m… Benim güzel gızım. Az galdı anam, geliyom yanına… Bu yaşıma gadar çekmediğim dert galmadı ıh demedim yavrum… Emme senin gidişin bitirdi beni. Senin gitmene dayanameyom gaymak gızım. Yüreğim çatır çatır yarılıyo. Ciğerlerim acıyoo acıdan. Yetivesin gari bu dert, bu çile. Zaten ne anladım şu dünyadan… Geliyom yavrum yanına…

Yavaşça boynuna geçirmiş halkayı. Sonra aklına gelen ayetleri okumaya başlamış. Gözleri kapalı, sandalyenin üzerinde, boynunda ilmekli halat…

-Ana! Yapmaaa!

Şaşkınlıkla gözlerini açmış. Karşısında Rabia’sı… Güzel, beyaz bir elbisenin içinde… Dal gibi... Dupduru bir güzellik içinde…Dudakları tatlı bir pembe. Yanakları al al. Sapa sağlam. Hiç olmadığı kadar sağlıklı…

-Gızıım. Rabiye’m!

-Anaam. Etme. Sakın haa! Sabret. Zamanı geemedi daha. Şindi değil. Şindi zamanı değil. Şindi geliisen gavuşamayız.

-Deme bööle gızım. Dayanameyom. Gücüm bitti tükendi gari. Senin yokluğun çok ağır aneciğim. Bırak beni, yanına gelem.


Rabia bi anda yanında oluvermiş. Büyü gibi… Ve annesinin bacaklarına sarılmış:

-Ana, beni düşünme. Ben çok güzel bi yerdeyim. Seni bekliyom ama şimdi gelirsen birbirimizi göremeyiz. Vazgeç hadi… Vazgeç güzel anam benim. Yapma!
Zeynep istemsizce halatı boynundan çıkarmış. Usulca sandalyeden, kendine ışıl ışıl gözlerle bakan kızına doğru inmiş. ona sarılmak için uzatmış kollarını. Ama kocaman bir boşluğu sarmış o kollar. Rabia’dan geride sadece sesi kalmış:

-Sağol anaa… Dayan, sonunda gavuşcez. Sağoool…

Sonra annesi Hatice’nin haykırışları gelmiş kulağına. Sanki gözlerine bir perde inmiş te, yavaş yavaş açılıyormuş gibi açılmış. Tanıdık evinin tahtalığında, annesinin ona sarıldığını görmüş. Hatice:

-Gızıımm! Ne ettin sen? A yavruummm! Beni hiç düşünmedin mi? Sen yavruna yanarken beni de seninle mi yakıcektin a Zeenep? Ah gari… Eyi yetişdim.

Sarılmışlar birbirlerine, ağlamışlar… Ağlamışlar… Ağlamışlar…

Bu olaydan sonra Zeynep’i asla yalnız bırakmamış Hatice. Kendisi yoksa çocuklara, onlar yoksa komşulara… Zeynep’in yaşadığı olağanüstü durumdan habersiz, onu korumak için elinden geleni yapmış. Çocukları azıcık yüzünü güldürebilmek için arada taklitler yapıp, şakalaşırlarmış. Hafif bir tebessüm bile öyle kıymetliymiş ki… Hepsi umutlanır, mutlu olurlarmış.

Aradan aylar geçmiş. Zeynep’in acısı bir türlü küllenmek bilmemiş. Rabia’nın hayali gözünün önünde… -Anaa, ağlama…. deyişi… Tam gündelik hayatın akışına kendini kaptırdığı zamanlarda bi anda geliverirmiş özlem. O anlarda bütün vücudu mengenede sıkışır, göğsü yere göğe sığmaz, aldığı nefes ciğerlerine inmezmiş. Elinde ne iş olursa olsun atarmış kendini dışarıya. Onun bu halini hisseden Hatice ve çocuklar üstüne gitmezler, biraz rahatladıktan sonra teselli etmek için didinirlermiş. Onlar olmasa zaten dayanamazmış ki bu acıya.

Derken Dodurga’dan haber gelmiş. Hidayet Mart başı Almanya’dan izinli gelecek ve düğünü yapıp gidecekmiş. Himmet’in askerliği bitmek üzereymiş. Düğün hazırlıklarına vakitlice başlamak gerekiyormuş.

Çeyizler sandıklardan çıkarılmaya başlanmış. Yorgancılara yorganlar sipariş edilmiş. Döşekler doldurulmuş. Pamuklar atılıp, yastıklar hazırlanmış. Himmet’in askerden döndüğü, Hidayet’in Almanya’dan geldiği haberini almışlar. Yemekler pişirilip, sofralar kurulmuş. Dünürleri baş üstünde ağırlanmış. Düğün tarihi belli olmuş. Martın 14’dünde Beride gelin olup evlerinden gidecekmiş. Telaş büyümüş.

İlk kez bi evladını evlendirecek olmanın heyecanı Zeynep’i biraz olsun acısından uzaklaştırmış. İki ayakları bi pabuca girmiş. Kışın soğuğunda düğün yapılması pek görülmüş, duyulmuş bir şey değilmiş aslında ama… Bazen mecburiyetler alışıldığın dışına çıkmaya zorlarmış insanı. Beride’nin düğünü de işte öyle, kar kış kıyamette kurulmuş.

Düğün haftasında Himmet’in çeyiz arabası Dodurga’dan yola çıkmış. Açık kasalı bi arayabaya yüklenen yorgan, yastık, sandık… Darıveren’de görücüye çıkacakmış. Ama tipiden göz gözü görmüyormuş. Yollar kardan kapanmış. Arabanın arkasındaki davulcu, zurnacı… Çeyiz getiren ahali soğuktan buz tutmuşlar. Ellerindeki bayrakları bile yarım saatlik yolda kaybetmişler. Öyle perişan bir halde gelmişler ki Darıveren’e, görenler donmak üzere olan gruba yardıma koşmuşlar. Sıcak odalara sokup, kendilerine gelmeleri için zaman tanımışlar. Düğün evi olunca yazı kışı olmaz ya hani… Köylü Kayalar’ın evine akın akın damat ve gelinin aynı arabaya yüklenecek çeyizini bakmaya gelmişler. Ertesi gün gelinin çeyizi, damadınkilerin yanına yerleştirilip, kar altında ıslanmasınlar diye üstleri örtülüp, gerisin geri Dodurga’nın yolunu tutmuş.

Birkaç gün sonra da üç gün üç gece sürecek düğün başlamış. Aydın’dan Zeynep’in kardeşleri, Dodurga’dan teyzeleri, enişteleri, Denizli’den Selehattin’in kardeşleri… Ev dolmuş taşmış. Kimi Muhittin’in, kimi Ayhan’ın evinde ağırlanmış.

Beride’ye gelinliğini giydirmişler. Henüz 17 yaşındaymış. Kısa boyu, incecik bedeniyle, gelinliğin içinde su gibi güzelmiş. Aydın’dan gelen Sevim teyzesi kınalı saçlarını tarayıp, bukle bukle gelin başı yapmış. Öyle güzel olmuş ki… Sanki gelin arabalarının önündeki gelin bebekler gibiymiş. Duvağı önüne atılıp, çıtır çıtır yanan sobalı odada gelin almaya gelecek olanları beklemeye başlamışlar.

Kar yine çok şiddetli yağıyormuş. Davulcu zurnacı sokak kapısının önünde yakılan ateşin yanında düğüne çağırıyormuş insanları. Havanın soğukluğuna rağmen öyle büyük bir kalabalık varmış ki… Adım atmaya yer kalmamış. Zeynep kendi kendine:

-Çok şükür, bu günleri de göödük. Gızım telli duvaklı gelin oluyoo. Sevenimiz de çokmuş yaa. Evlee almadı galabalığı. İnşallah eyi yere gelin oluyoo. Mutlu bi yuva gursun.

Nihayet gelin almaya gelmişler. Yan aynalara bağlanmış kırmızı yazmalar, davulcunun zurnacının kara rağmen ara vermeden çaldığı nameler eşliğinde, bir sürü araba, peş peşe… Korna sesleri ayyuka çıkmış. Minibüslerden, otobüslerden inen neşeli insanlar, avlu kapısının önünde toplanmışlar. İçeriden kapıyı tutan bir delikanlı bahşişini aldıktan sonra açmış, içeri buyur etmiş kalabalığı.

Damatlıkları içinde Himmet mağrur, yakışıklı… Beride ise evin içinde heyecandan kalbi küt küt atarken babasının elinde kırmızı kurdeleyle geldiğini görmüş. Bir yandan kızının kuşağını bağlarken, bir yandan:

-Benim güzee gızım. Bu yaşına gadar başımı öne düşürmedin. Bundan sonra da düşürme ki ölene gadar senin arkende dağ gibi durem. Gittiğin ev yabancı yer değil. Aaşe’yi annen bilicen, Hidayet’i buben. Çocukları da senin gardeşlerin olcek. Benim yüzümü ak ettin gızım, senin de yuvan ak olsun inşallah…

Selehattin ve Beride dahil, herkes göz yaşları içindeymiş. Zeynep zaten daha korna seslerini duyunca başlamış ağlamaya. Kuşağı bağlanıp, kırmızı tülü başına atılan Beride, göz yaşları içinde uğurlanmış evden. Onu yeni yuvasına yalnız göndermemek için yengeler, amcalar, kardeşler… Doluşmuşlar minibüslere, otobüslere. Ve zeybek çalgıları eşliğinde düşmüşler yola. Kar kıyamet ulaşmışlar Dodurga’ya. Asıl büyük düğün burada kurulmuş meğer. Sofralar, kalabalık, gelen, giden, sancaklar… Bayraklar… Beride yeni evinde, eşinin ailesiyle birlikte yeni hayatına başlamış. Ertesi gün gelin ertesine gelenler:

-Abooh, ufecik işey ya bu. Bunu alcez deye Hidayet abem on dokuz bin lira harcadı. İkisini bi okkaya göysen, para ağır gelii eğer. Emme çok güzee gelin bulmuşla maşşallah. Yükde hafif, pahada ağır dedikleri bu ellem…

diyerek, bu sözleri geline de duyurarak neşelenmişler. Beride o evde çok sevilmiş. Gerçi uzun kalmayacakmış orada. Çünkü bir ay sonra kocası Himmet Almanya’ya, babasının yanına çalışmaya gidecekmiş. Kısa sürede de karısını yanına alacakmış. Her şey güzel olacakmış onun için. Güzel hayallerle başlamış Dodurga’daki hayatına.

Kayalar’ın evinde ise bir kişinin daha yokluğu derinden hissediliyormuş. Zeynep çok özlüyormuş Beride’yi. Ama güvenilir bir çatının altında oluşu, dayısına gelin oluşu rahatlatıyormuş onu.

Rabia’sı için döktüğü göz yaşları, düğün telaşı bitip ortalık durulunca kaldığı yerden başlamış. O ağlamaya başladığında Hatice yanında bitiyormuş. Kızına kah sarılarak, kah azarlayarak teselli vermeye çalışıyormuş. Küçük bir çocuk gibi aldatıyormuş kimi zaman… Onun yaralı kalbini iyileştirmek için didiniyormuş. Sık sık:

-Ya ipteyken yetişmeyeydim… Ben nasıı dayanırdım bu acıya…

düşüncesi gelip yerleşiyormuş zihnine. Sonra kovuyormuş o düşünceleri. Güçlü olup kızına kol kanat germe zamanıymış şimdi. Yakında Süleyman askere gidecekmiş. Hatice’de bu yıl orta okulu bitirip sınavlara girecekmiş. Büyüyen elbet kanatlanıp uçacakmış evden. Ama bu kadar taze yara üstüne evlatların tek tek yuvadan uçuşunu Zeynep kaldıramaz diye korkuyormuş.

Derken kış bitmiş, yaz gelmiş. Üç aydır Almanya’da olan Himmet, Beride’nin evraklarını tamamlayıp, biletlerini göndermiş. Ayrılık zamanı gelip çatmış. Selehattin götürecekmiş onu İstanbul’a, hava alanına. Çor çocuk toplanıp Dodurga’ya gitmişler. Yolluklar hazırlanmış, Beride’nin küçük bavulu yerleştirilmiş. Bir de el çantası…

Arkasından ibrikle su dökülerek, dualar ve göz yaşları içinde yocu edilmişler. Selehattin ve Beride Denizli oto garına geldiklerinde İbrahim ve Hüseyin karşılamış onları. Her ikisi de artık Denizli’ye yerleşmiş, bakkal dükkanı açmışlar, aileleriyle orada yaşıyorlarmış. Hüseyin elindeki paketi Beride’ye uzatmış:

-Emmim, hunu yolda yeyive. Iscecik su böreği alıvedim size. Yolunuz uzun, acıkıısınız. Yumuşak yumuşak atıve ağzına emi?

Beride duygulanmış:

-Sağol Üsen emmi. Neye zahmet ettin? Allah razı oosun senden.

-Gızım ne zaameti? Bene bak bi. Buben seni uçağa goyana gadar sakın yanından ayrılma emi emmim. Ondan keri gurtla gapıverii Allah gorusun. Onla hööle gözleeni açmış beklele galabalık yerlerde. Aman deyen emmim. Gözünü dört aç. Çeşit birini görüüsen hemen uzaklaş ordan emi?


Beride gülmüş:

-Dikkat ederin emmi. Bubamın yanından ayrılman zaten. Çok sağol.

Selehattin atılmış:

-Beride uyanıktır. Ben de yanımdan ayırman zaten onu. Allah gorusun. Şindi gari bene emanet o. Sağ salim gocasının yanına varcek inşallah.
İbrahim amcası elindeki paketi uzatıp:

-Ben de bakkaldan püsküt, çıbık krakee… İşde ööle şeylee goydum emmim. Miden gazındıkça ağzına atıvee. Araba filan dutarsa eyi gelii.

Derken otobüslerinin kalkış saati gelmiş. Sarılıp vedalaşmışlar ve tekrar yola koyulmuşlar. Selehattin kızının uçağı kalkana dek hava alanından ayrılmamış. Sonrasında gerisin geri İstanbul’dan geri dönmüş.

Köye döndüğünde Zeynep’i bıraktığı gibi bulmuş. Yine kuyuların dibinde, yas içinde… Evleri gittikçe tenhalaşıyormuş. Ve Zeynep kabullenmekte güçlük çekiyormuş. Oysa daha küçücük yaşında bile nelere göğüs germiş o… Neler atlatmış… Ama bu kez atlatamıyormuş. Bu kez toparlanamıyormuş. Dünyaya küskün, içine gömülü, farkına varmadan başladığı yaslar içinde…


Yüksek haneylerde padılcan oyar

Padılcanın tedrisi elimi boyar

Rabiye’mden ayrılması bene çok goyar

Gara toprak neye aldın gızımı?



Evimizin önüne gara gaya devrildi

Gızımın harmanı ağustosta savruldu

Ne durarsınız gardeşleri gomşuları

Benim gızım gara topraa goyuldu.



Yağmur yağar tıpıltılar olmadan

Al yorganın pervazları solmadan

Gızım bene, ben gızıma doymadan

Yatırıvedik gır yerlere gıymadan…


Bahar gelir her tepeler yeşerir

Bayram gelir her camiler döşenir

Ellerin yavrusu geyinir guşanır

Benim gızım gara yerde döşenir

Yasların sonu gelmez, söyler, söyler ağlarmış. Süleyman koşar gelir, sarılırmış anasına:

-Anaa, yetivesin gari yaa. Ciğerlerin dilim dilim dilindi gari. Ağlamayla abam geliveseydi hepimiz bir ağlardık. Emme gelmeecek. Kendine bu eziyeti edip durma. Perişan oldun…

Kızı Hatice bir yandan koşup gelip sarılıp teselli edermiş:

-Benim güzel anam. Topla gari kendini. Hasta oldun ağlaya ağlaya. Etme böyle. Abam ne çilee çekdi yaşarken. Şu dünyadan bi nasip alamadı. Şindi kimbili ne güzee yerlerdedir. Kötü bi yere gitmedi ki? Namazıyla, abdestiyle yaşadı, ööle de gitti. Sen ağladıkça ona malum olur, üzülür. Etme aneciğim.

Annesi Hatice bir yandan… Herkes onun tekrar yüzü gülsün, gözleri parlasın diye didiniyorlarmış. Evde iş yaptırtmıyorlar, ovada ağaç gölgesinde dinlendiriyorlarmış. Ama Zeynep’i düştüğü derin çukurdan çıkaramıyorlarmış. Yine de tüm acısına rağmen zaman akıp gidiyormuş.

Derken Almanya’dan müjdeli bir haber gelmiş. Beride anne olacakmış. Evin havası bir süreliğine değişivermiş. Zeynep gencecik yaşta nine olacağını, torununu kucağına alacağını düşünüp bi zaman oyalamış kendini. Çocuklarda bi yeğenlerinin olması fikriyle mutlu olmuşlar. Arkadaşları Selehattin’e:

-Sen dedemi olcen len, taa yaşın kaç? Bi çeşit olcek bu iş ya…
Diye takılmışlar. Hasılı kelam, torun geleceğini öğrenmek Kayalar ailesine bir süreliğine neşe getirmiş. Sonra aralarında, acaba kız mı olacak erkek mi sohbetleri başlamış. Kız olursa adı şu olsa, erkek olursa adı bu olsa diye kendi kendilerini oyalamışlar.

Bir gün Selehattin büyük bir heyecanla girmiş evin kapısından. Bir yandan da:

-Hatcaaa! Hatcaaaa!

diye bağırıyormuş. Hatice tahtalığa koşmuş:

-Buyur buba.
Selehattin yüzünde tebessümle:

-Müjdem vaa. Du geliyon şindi. Anen evde mi?

-Ekmek ederken bunaltı geldi, Cemile yengemgile gittiydi. Çağıren mi?


Merdivenleri tek nefeste çıkan Selehattin:

-Çabuk goş çağır gelsin. Müjde vercen size…

Uzun boylu, siyah gür saçlı, kumral yüzlü Hatice gençlik fışkıran bedeniyle koşmuş amcasının evine. Annesine haberi vermiş. Birlikte eve geldiklerinde Selehattin’i anasıyla heyecanlı heyecanlı konuşurken bulmuşlar:

-Hayırdır adam? Bi şey mi oldu?
Selehattin gülümseyerek:

-Oldu yaa… Müjdemi isterin emme. Yoksa demeecen.

-Eyi tamam ne isteyosan ederiz. De baken bi ne oldu?


Hatice atılmış:

-Oolum deyive gari bi. Ne oldu? Ben sene gömbe ediverin. De gari bi…


Selehattin cebinden bir zarf çıkarmış. Usulca zarfı açmış. İçinden çıkardığı kağıdı uzatıp:

-Bu neyi biliyonuz mu?

Hepsi başlarını olumsuz anlamda sallamışlar. Selehattin devam etmiş:

-Gızım ööretmen olcek. İşte onun haberi bu!

Odada bi telaş yaşanmış. Hatice heyecanla babasının elindeki kağıda uzanmış:

-Bubaaa! Gazanmışmıyın okulu?

-Gazanmışın ya gızım. Okuyup ööretmen olcen inşallah.


Zeynep kederle sevinç arasında karışık bir halde:

-Ayooo. Gızım maşşallah gazanmışsın baksene… Eeee nerde okucek? Burlarda ööretmen okulu yok deye biliyon emme.

Selehattin tereddütle:

-Kütahya Ööretmen Lisesini gazanmış Hatca. Kütahya’da okucek. Yatılı okul, devlet okutucek inşallah.

Zeynep kimseyi üzmek istemese de, kızının uzaklara gidecek olmasından huzursuz:

-Kütahya taaa neresi? Naalı göndercez bunu oreye? Naalı gidilicek, gelinicek? Ya başına bi iş geliveriise?
Selehattin:

-Ben alıp götürücem onu. Gidince okulunu, galıceği, yatıceği yeri eyice bi bakarın. Soraa soruştururun güvenilii bi yermi deye. İçin rahat olsun. Bu köyden kaç çocuğa nasip oluu orları gazanmek. Accık dişimizi sıkıcez Allaan izniyle inşallah o da güzee güzee okuyup öretmen olup çıkıcek.

Karar verilmiş. Hatice’nin okuyabilmesi için ellerinden geleni yapacaklarmış. Ama Zeynep ağıtlarına ağıt eklemiş. Çünkü Rabia’sını toprağa koyduktan kısa zaman sonra bi evladından daha ayrı kalma fikri onu çok korkutuyor, çok üzüyormuş. Bir yandan da kızının büyük bir okulu kazanıp okuyacak olmasından gurur duyuyor, mutlu oluyormuş. Duyguları karma karışıkmış. Kızının hayatının güzel olması için, tıpkı Beride’sinden ayrıldığı gibi, Hatice’nin de ayrılığına katlanması gerektiğini düşünüp, kederini içinde tutmuş. Mutlu yanını çıkarmış ortaya.

Ama Hatice gitmek istemiyormuş. Okul konusunda kaygıları varmış. Çünkü Hatice namazlarını düzenli kılan, ince çorap giymeyen, kıyafetlerinin ölçüsüne dikkat eden bir kızmış. Gidecek olduğu okulda onun ince ten çorap giymesi istenirse, namaz kılabileceği bi alan olmazsa, saçını açması istenirse… Bunlar onu çok endişelendiriyormuş.

Bir gün Şerife’yle birlikte tarlada çalışırlarken, yanlarına gelen Osman emmiye:

-Osman emmi. Sen bilirsin. Okulda ten çorap geydirirlerse günah olur mu?

Osman emmi gülümsemiş. Onu rahatlatmak için:

-İlim Çin’de olsa gidin alın demiş peygamberimiz. Okul için ten çorap geysen günah oluu mu hiç. Sen orda ilim öğrenicen ya gızım. İçin rahat olsun emi?

Hatice bu cevapla biraz huzur bulmuş. O öyle naif, öyle özel ruha sahip bir kızmış ki… Ovaya giderken eşeğe binmez, onun yanında yürürmüş. Niye binmiyorsun, o kadar yol yürünür mü dediklerinde:

-Yazık değilmi o hayvana. Ben ağırım. Eşşek beni daşırken altımda inim inim inlememi? Günah olma mı hiç? Yarın benden bunun hesabını eşşek bile olsa sormamı? Ben binmen. Siz istee binin istee yörüyün.

Diye cevap verirmiş. Oysa ne şişmanmış, ne de tombul. Uzun boylu, balık etli, güçlü kuvvetli bir genç kızmış. Her işinde vicdanını dinler, vicdanıyla hareket edermiş. Haksızlık etmekten, kalp kırmaktan, incitmekten imtina edermiş. Bu yüzden enine boyuna düşünmüş okula gidip gitmemeyi. Bilenlere danışmış. Kalbi emin olduktan sonra okula gitmeye karar vermiş. Ev halkı buna çok sevinmişler. Bavulu hazırlanmış. Bavuluna ilk koyduğu eşyaları seccade, tülbent ve uzun eteği olmuş. Tıpkı Rabia ablası gibi titizmiş bu konuda. Ve nihayet yolculuk günü gelip çatmış.

Babasıyla yola çıkarken, kardeşleriyle, ninesiyle ama en çok ta annesiyle sıkı sıkı sarılıp vedalaşmış. Arkasından edilen dualar eşliğinde binmişler otobüse, Kütahya’ya doğru bilinmez bir yolculuk başlamış.

HER PAZAR YENİ YAYIN


ROMAN PROJESİ BECERİKLİ KADIN'IN -HATİCE ÖZTÜRK- NOTER ONAYLI ÇALIŞMASIDIR. BÖLÜMLERİN HERHANGİ BİR YERDE İZİNSİZ YAYINLANMASI, KOPYALANMASI, DAĞITILMASI, PAYLAŞILMASI VB DURUMLARDA HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAKTIR

Hiç yorum yok

Yorumunuz için teşekkür ederim.